Ayrancım Derneği, semtte yaşayan çocuklarda mahalle ve kente dair farkındalık oluşturmak, nasıl kentlerde yaşamayı hayal ettiklerini ortaya çıkarmak ve çocuklarda kent ve mimarlık kültürünü oluşturmak amacıyla “Çocuk ve Mimarlık Okulu” yapmayı hedeflemiştir.
Çocuk ve Mimarlık Kış Okulu (7-12 yaş grubu) 1-2 Şubat 2024 (Perşembe-Cuma) 13:00-17:00 Ayrancı Baharevi
Mimarlar Odası Ankara Şubesi ile Ayrancım Derneği’nin birlikte düzenlediği Çocuk ve Mimarlık Kış Okulu 1-2 Şubat 2024 tarihlerinde 13.00-17.00 saatleri arasında Çankaya Belediyesi Ayrancı Baharevi’nde düzenlenecektir. Hayallerim-Kentim-Mahallem teması ile yapılacak etkinlik ücretsiz olup 15 kişilik kontenjanla sınırlıdır. Bilgi almak ve kayıt olmak için ayrancimdernegi@gmail.com adresine e-posta atabilirsiniz.
Çocukların gelişimi ve sağlığı için çocuk dostu parklar hayal değil!
Pandemi ile birlikte günlük yaşamımızı, ihtiyaçlarımızı, sokağımızı, mahallemizi, komşuluk ilişkilerimizi, muhtarımızı, sağlık ocağımızı, fırınımızı ve daha pek çok şeyi yeniden fark etmemiz, gözden geçirmemiz gerekti. Eve kapanan çocukların oyun ihtiyaçlarını da burada saymadan geçemeyiz. Her ne kadar elektronik oyunlar ve internet ile oyalanmaya çalışsak da; çocukların büyüme çağında koşma, atlama, zıplama gibi fiziksel etkinlikleri ile başka çocuklarla bir araya gelerek sosyalleşmesini bu ortamlarda karşılamak mümkün olmadı. Bütün bunlar kentlerdeki çocuk oyun alanlarını, sokağın bir oyun alanı olarak varlığını yeniden düşünmemizi gerektirdi.
2024 yerel seçimlerine doğru
Pandemi bitti, normal hayatımıza geri döndük ve birkaç ay sonra da bir yerel seçim süreci yaşayacağız. Mahallemizi, kentimizi bu çerçevede yeniden düşünerek yerel yöneticilerimizden beklentilerimizi de bu gerekçelerle belirlememiz gerekmez mi? Gerekir ama bu konuda siyasi partiler arasında farklı anlayışların olmadığını da en baştan ortaya koymak gerekir.
Kentlerdeki çocuk oyun alanlarına bakarak o kentin hangi siyasi anlayış tarafından yönetildiğini söyleyebilmek mümkün mü? Birbirlerinden farklı anlayışlara sahipler mi?
Bütün kentlerde çocuk oyun alanları aynı sistem ile kuruluyor, malzemeleri aynı firmalar üretiyor. Petrol artığı asfalt yürüyüş alanları, petrol artığı plastik kaydıraklar, salıncaklar, petrol artığı kauçuk zeminler. Şimdi sokağa çıkın, size en yakın çocuk parkına gidin ve bunların dışında gördüğünüz bir farklılık var mı lütfen bir bakın.
Bizde pek yok, ama dünyada var.
Çocukların ihtiyacını karşılayan parklar
Çocukların oyun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bilimsel çalışmalar var. Oyun alanlarının çocuklar üzerindeki etkilerini araştıran, daha iyiyi bulmaya çalışan arayışlar var. Farklı malzemelerin kullanımı için ilkeler var. Yerel yönetim çalışmalarında artık çocuğa kentte yer açmak, çocuk dostu kentler kavramları sıkça konuşuluyor. Engelli çocukların, özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların da kullanabileceği ortamların yaratılması birer hak olarak önümüzde duruyor.
Çocuk oyun alanları, kentsel yeşil alan planlamasında önemli bir yeri olan yeşil alan planlamasının bir parçasıdır. Bu konuda yerel yönetimlere, çocuklara güvenle oynayabilecekleri iyi planlanmış park alanları oluşturmaları konusunda görevler verilmiştir. Tabii bu planlamadan ne anlamamız gerektiğini de konuşmamız gerekiyor. Bu, park alanının içine asfalt atılmasının, oyun alanlarında petrol artığından üretilmiş zemin malzemesi kullanılmasının ve aynı fabrikadan çıkmış plastik oyun malzemelerinin kullanılmasının ötesinde bir planlama anlayışını ifade etmektedir.
Okul bahçelerinin oyun alanı olarak kullanımı
Büyük kentlerde ve Ayrancı gibi kent merkezlerinde kalmış semtlerdeki okul bahçelerinin, eğitim zamanı dışında çocuk oyun alanı olarak kullanımının özendirilmesi gerekir. Bizde okullar hala eğitim-öğretim zamanı dışında kapısına kilit vurulan alanlar. Bakanlığın okullara ayırmadığı bütçeler nedeniyle okul bahçelerinin düzenlenmesi işi belediyelerin insafına bırakılmış durumdadır. Belediyelerimiz de skor yakalama çabası nedeniyle buralara yaratıcı çalışmalar yapmak yerine bahçeye asfalt döküp 2 tane basketbol potası dikerek sorunu gideriyorlar. Tatil zamanında ve hafta sonları hiçbir şekilde kullanılmayan veya otopark olarak kiraya verilen okul bahçelerini görmemizin temel nedeni işte bu.
Çocuk parkı mı, köpek parkı mı?
Son yıllarda evlerde bakılan köpek sayısında patlama yaşanıyor. Bu hayvanların ihtiyaçlarını gidermek için en çok kullanılan yerler de çocuk parkları. Bazı örneklerde bu alanlar ayrılmış olsa bile bunlar özenli kullanılmadığında sık sık şikayet konusu oluyor. Parklar bir taraftan da sokak köpeklerinin barınakları haline geliyor ve bu sorunun sadece yasal önlemlerle giderilemeyeceği de aşikar.
Parkların bitki örtüsünü zenginleştirmek
Çocuk oyun alanları aynı zamanda çocukların doğayla ilk buluştukları yerler. Ağaçları, bitkileri ilk tanıdıkları bu alanların ruhuna uygun şekilde zenginleştirilerek birer doğa okuluna dönüşmeleri gerekiyor. Çocuklar yürümeye başladığı andan itibaren ilgi alanları parklar oluyor. Hangimiz bu konuda kara kara düşünmedik ki? Koşarken nereye düşecekler diye aklımızın çıktığı ya da çimenleri koparıp ağızlarına götürürken çocuklarımızın üzerine atladığımız anları hatırlamışsınızdır. Bu anlamda parkları güvenli ve sağlıklı bir bitki örtüsüyle zenginleştirmek çocukların dünyasını da zenginleştirecektir.
Sokak oyunları parkı
Sokaklarımız oyun alanı olmaktan çoktan çıktı. Bazı sokakların trafiğe kapatılarak belli zamanlarda oyun alanına dönüşmesi denendi ama sürdürülebilir olmadılar. Bu nedenle çocukları geliştirecek ve diğer çocuklarla oynamalarını teşvik edecek sokak oyunlarının çocuk parklarının içerisine eklenmesi faydalı olacaktır. Parklar sadece kaydırak ve salıncak parkı olmaktan böylece çıkarılabilir ve çocukların tek başına değil birlikte oynamalarını özendirebilir.
Ben doğma büyüme küçük şehirliyim. Küçük bir şehirde çocuk olmanın, genç olmanın çeşitli nimetleri vardı, faydalandım. Ancak küçük şehirler birtakım imkânsızlıklar barındırır. Hepsini kattım karıştırdım öyle geldim Ankara’ya, ilk önce öğrenci olarak.
Şimdilerde ise Ankara’da yaşayan bir ebeveynim ve sanırım çocuklarım için Ankaralı diyebilirim. Bir çocuğu bir köy büyütecekken, bu görevi önce yaşadığımız mahalleye sonra da yaşadığımız şehre bırakmayı seçiyorum. Bunun yolu da hafızalarında şehre dair anılar, kokular ve tatlar bırakmaya çalışmaktan geçiyor.
Son 6 yıl içinde çalışan bir ebeveyn olup çocuğunu bazen işe de götürmek durumunda kalmayı, öğrenci bir ebeveyn olup çocuğunu da derse kucağında götürmeyi, evden çalışan bir ebeveyn olup ev içi sorumlulukları da yüklenerek çalışmayı ve işsiz bir ebeveyn olmayı deneyimledim. Bütün bu deneyimler içinde en zorlusu şüphesiz çocukları yaz tatilindeyken evden çalışan bir anne olmaktı benim için. Ancak diğer bütün durumlar için de çeşitli formüller geliştirdik.
Bizler çocuklarını her daim eğlemek zorunda olan, her fırsatta çocuklarıyla etkinlik planlaması gereken bir nesil olduk. Yeni pedagoji anlayışı, bize başka nesillere yapmadığı bir kıyak yaptı ve şöyle dedi: Çocuklarınızla oynayın, onlarla “kaliteli” zaman geçirin, dinleyin, aynalayın, etkinlik yapın… Tabii ki hakkını verecektik bu devrin getirdiklerinin, gerekeni yaptık. Ancak evden çalışan, bilgisayarını götürdüğü her yeri ofis eyleyen bir ebeveynseniz ve çocuklarınız yaz tatilinde evdeyse işin tek bir sırrı var: Sıkılmalarına fırsat tanımak. Canlarının bir miktar sıkılması bir şekilde üretme isteğini açığa çıkarıyor. Hemen olmasa da zamanla oluşan bir şey bu kendi kendini oyalayabilme becerisi.
Büyük kızımla aynı masada oturuyoruz ben bu satırları yazarken. Önünde bir kavanoz boncuk ve bir miktar ip var. Bir süre bileklik ve kolye yapacaktır. Birbirimizin iyiliğini gözete gözete bir sabah mesaisi geçirebiliyoruz. Evde okumasını, inceleyip kurcalamasını istediğim kitapları da ulaşılabilir şekilde yaşam alanına yerleştirmek de iyi bir yöntem benim deneyimimde. Örgü denemeleri, su oyunları, kâğıtlar, resimler birçoğumuzun hayatının önemli bir parçası, biliyorum. Peki, şehirle kurduğumuz ilişki bunun neresinde diyecek olursak bu, oturduğumuz mahalle ile başlıyor. Büyük, güvenlikli, çok bloklu sitelerin ya da müstakil bahçeli evlerin olduğu bir mahalle değil burası. Çiçek yetiştirebilecek kadar balkonlu ve önden asla bilinemeyen arka bahçelerden birbirine bakan apartmanların olduğu bir mahalledeyiz. Büyüdüğüm o küçük şehrin tamamına benzeyen bir mahallede başlıyor şehirle ilişkimiz: Ankara’nın en eski apartmanlarından birinin balkonuna ektiğimiz çiçeklerle ve arka bahçelerinde solucan arayarak.
Büyük kızım Ankara’nın en eski apartmanlarından birinin arka bahçesinde solucan arıyor.
Günün rotası, o gün ne işimiz olduğuna göre değişir. Bir anda kendimizi ağaçların ve çiçeklerin içinde Portakal Çiçeği Vadisinde bulabiliriz. Vadi bol bu şehirde, Dikmen Vadisi de olur, severiz. Çiçekli tarihleri asla kaçırmayız. Bu da bir çeşit rutindir. Şehrin belleği saydığım Ulus’a da hava serinse neden yürünmesin? Kısacık bir zamanda bir çocuk etkinliğinin peşine düşüp Cermodern’e de ışınlanabiliriz. Hem böyle olursa çocuklar atölyeden çıkana kadar da biraz çalışma, okuma fırsatı bile oluşur. Rotamızı Kale tarafına hızla kırabiliriz ki sıcak öğleden sonraları bazı evler için çok daha zorlu. Tam da sıcağın dayanılmaz saatlerinde bir müzeye kendinizi atmanızı önerebilirim. Rahmi Koç Müzesinde vakit geçirmeye benim çocuklarım bayılır. Ankara müzeler konusunda da şanslı bir şehir. Kızılay nasıl olsa yakın, Adnan Ötüken Kütüphanesine de haftada bir gün ayrılabilir. Hem yaz etkinlikleri hem bahçesi ile bizim için önemli bir durak. Tunalı’ya doğru gidersek çocuk oyunları sergileyen çeşitli özel tiyatrolarla karşılaşmamız da mümkün. Okumaya yeni başlayan çocuklar ya da kendine dair hikâyeleri çocuğuna anlatmak isteyen ebeveynler için Cin Ali Müzesi de bu civarlarda. Ben bazen çalışmak için de gidiyorum, çünkü çocuk dostu. Çocuk dostu mekânlar biz ebeveynlerin de dostudur.
Şehrin merkezinde kendine has dokusu olan bir mahallede, şehre bu kadar yakından bakabilme imkânını seviyorum. Sadece insan ilişkilerimizde kurduğumuz bağlar değil, yaşadığımız çevre, o çevrenin fiziksel koşulları ve kültürel olanakları ile oluşturduğumuz bağlar da önemli. Bu yüzden inanıyorum; bir çocuğu, yaşadığı şehir büyütür.
Geçtiğimiz günlerde Şili Meydanı’ndan Kuğulu Park’a doğru inerken nispeten geniş kaldırımlarda top oynayan çocukları gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı anlatamam. O kadar uzun zamandır sokak ve kaldırımlarda oynayan çocuk görmemiştim ki, kendi kendime şakayla karışık, bu gördüğümün farkındalık yaratmak için yapılan bir performans sanatı ürünü olup olmadığını sordum.
Sokaklarda oynayarak büyüyen neslin temsilcilerinden biri olarak çocukluğumuzdaki kentler ile şimdiki kentler arasında büyük bir uçurum olduğunu görüyorum. Sokakları, kaldırımları, boş arsaları, okul bahçelerini, mahallenin inşaat halindeki binalarını oyun alanı olarak sonuna kadar kullanırdık. Sokakta başladığımız futbol oyunları diğer çocukların katılmasıyla beraber kalabalıklaşır iki takım çıkaracak hale gelirdi. Ondan sonra sokağa sığamadığımız için mahalle okulumuzun bahçesine girer orada devam ederdik (tabii o zamanlar okul bahçesine girmemizi engelleyen güvenlikler de yoktu). Sokaklardan arabalar çok seyrek geçerdi. Bir araba geldiğinde oyunu durdurur, aracın geçmesini bekler, sonra oyuna kaldığımız yerden devam ederdik. Kaldırımlar ara sokaklarda zaten çok yoktu; olanlar da arabalar için park yerine dönüşmemişlerdi.
Kentler artık çocuklar için güvensiz mekânlar olarak görülüyor. Sadece suç potansiyeli, saldırılar, hırsızlıklar, tacizlerle değil rutinleriyle de güvenilmez hale geldiler. Ara sokaklara kadar yansıyan yoğun araç trafiği sorunu sokakları, araçların park edilme ihtiyacı ise kaldırımları birer oyun alanı olmaktan çıkarttı. Kentlerin kalabalıklaşması ve kent merkezindeki boş alanların gittikçe daha değerli hale gelmeye başlaması oynamak için uygun boş arsaları da gittikçe azalttı. Okul bahçeleri de mesai saatleri dışında bahçelerine kimsenin giremeyeceği (ve mesai saatlerinde içerisinden hiçbir öğrencinin kaçamayacağı) şekilde yeniden düzenlendi. Böylece çocuklara açık havada oyun alanı olarak parklar ve parkların içerisindeki oyun alanları kaldı.
Çocuklar ile oyun parkları arasındaki ilişkisi ise ikircikli ve iki temel soruyu içeriyor. İlki, çocukların gerçekten bir oyun parkına ihtiyaçları var mı? İkincisi; çocuklar için oyun parklarını kim, hangi yetkinliğe dayanarak tasarlamaktadır?
Oyun parkları gerekli mi?
Bu soruya coğrafyacı, eğitimci ve sanat üreticisi Denis Wood “Çocuklara Hürriyet! Kahrolsun Oyun Alanları!” isimli denemesinde hayır cevabını verir. Ona göre; kentlerin çocuklar için güvensiz alanlara döndürülmesi tarihsel, kültürel ve politik bir sürecin sonucudur. Çocukluğun tarihsel oluşum sürecinde çocuklar korunmaya muhtaç olarak görülmüştür. Wood’a göre bu yüzden çocuklar ya evlerin özel korunaklı alanlarında ya da park ve bahçeler gibi ailenin koruyuculuğunun devam ettiği yerlerde yaşamalıdırlar. Belirli zamanlarda (örneğin akşamları) belli yerlerde (sokaklar dahil olmak üzere pek çok yabancı kişinin olduğu kamusal alanlarda) çocuklar bulunmamalıdır. Bu yüzden çocuklar rahatlıkla gözlenebilecekleri ve denetlenebilecekleri kendileri için “güvenli” alanlara sürülmelidirler.
Ünlü yazar Jane Jacobs ünlü eseri Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı kitabının “Kaldırımın Kullanımı: Çocukların Asimilasyonu” isimli bölümünde sokaklarda ve kaldırımlarda oynamanın farklı faydalarından bahseder. Jacobs’a göre kaldırımlarda oynamak çocukları yetişkin yaşamına hazırlar (ki zaten oyunun da en önemli işlevi budur). Jacobs kaldırımların en önemli kamusal karşılaşma yeri olduğunu belirtir; bir sokaktan ve kaldırımından onlarca farklı insan geçmektedir. Çocuk bu insanlarla karşılaştıkça kamusal yaşam için gerekli olan ilişki biçimlerini öğrenmeye başlar. Ailesi, akrabası, komşusu, tanıdığı olan kişilerin ötesinde insanları görür.
Çocuklar için en iyisini kim bilir?
Çocuklar korunmaya muhtaç oldukları kadar karar verme iradesinden ve sorumluluğundan da mahrum olarak damgalanırlar. Aldıkları kararlarda tümüyle yetişkinlerin özellikle de ebeveynlerinin tahakkümü altında görünürler. Yani en temel inanış, çocuklar kendileri için doğru olan şeylerin farkında değillerdir ve yetişkinlere muhtaçtırlar. Bu oyun alanı tasarımlarında da böyledir. Birtakım yetişkinler çocuklar için en uygun, en öğretici, en güvenli oyun alanlarını çocuklara sormadan tasarlar ve çocukları da bu oyun alanlarına mahkum ederler.
Fakat çocukları değersizleştiren bu tutuma karşı kampanyalar da ortaya çıkmıştır. Bunların en ünlüleri ‘macera oyun alanları’ (adventure playgrounds) denilen yaklaşımdır. Bu yaklaşımda oyun alanı için bazı mekânlar belirlenir ve bu mekânlar çoğunlukla belirli mahalle topluluklarının kontrolündedir. Bu oyun alanları çocuklara bırakılır ve çocuklar kendi istedikleri oyun mekânlarını, topluluğun imkânları çerçevesinde kendileri üretirler. Malzemeleri çocuklar taşır, çivileri çocuklar çakarlar. Yetişkinlerin buradaki işlevi çocukların istedikleri tasarımı oluşturmalarında yardımcı olmalarıdır. Bu oyun alanlarının fotoğraflarına baktığımızda günümüz ebeveynlerini çıldırtacak kadar güvensiz alanlar görürüz ama buralar çocukların kendi istek ve ihtiyaçlarına göre düzenledikleri alanlardır.
Macera oyun alanları anlayışından türeyen bir diğer yaklaşım oyun koruculuğu (playworker) yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda oyun mekânı tümüyle geri plana itilir ve çocuk ile oyununa odaklanılır. Zira bu yaklaşıma göre mekâna çok fazla odaklanmak oyunun ve çocuğun geri planda kalmasına yol açar. Bu yaklaşımla; oyun oynayan çocuğun olduğu her yer, bir oyun alanı haline dönüşmektedir.
Sonuç
Çocuklar ile kent arasındaki ilişkiyi oyun üzerinden anlamaya çalışırken iki sorun bulduk. Bunların temelde iki çözümü vardır. İlki acele ve pragmatik çözüm, ki bu çocukların güvenli oyun alanlarına mahkum etmektir. İkincisi uzun ve akılcı çözüm, ki bu çözüm kentlerin çocuklar için daha yaşanabilir yerler haline getirilmesini kapsamaktadır. Hangi çözüm için mücadele edeceğimiz hala açık bir kapıdır.
Kaynak Notu
Pelin Derviş ve Selva Gürdoğan’ın editörlüğü yaptıkları İstanbul95 Okumaları: Şehirde Oyun kitabı (https://pelindervis.com/media/pages/publications/istanbul-okumalari-sehirde-oyun/51349506b1-1606898591/sehirde-oyun.pdf).
Denis Wood “Çocuklara Hürriyet! Kahrolsun Oyun Alanları!” (s. 140-153).
Jane Jacobs “Kaldırımın Kullanımı: Çocukların Asimilasyonu” (s. 84-95).
Lady Allen of Hurtwood, “Macera Oyun Alanları” (s. 96-129).
Morgan Leichter-Saxby ve Suzanna Law, “Oyun Kuruculuğu Uygulaması ve Pop-Up Macera Oyunu & Turun Öyküsü”, (s. 166-173).
Ayrancı’da bir süredir 7-10 yaş grubu çocuklar ve anneleri olarak biraraya gelmeye, çocuklar için birlikte zaman geçirme ve üretme üzerine çeşitli etkinlikler yapmaya başladık. Sosyal medyada @asagiayranci_anneleri_komsu adresinden haberleştiğimiz 6 anne ile başlayan grubumuzun çalışmalarını şimdi Çankaya Kent Konseyi Ayrancı Semt Meclisi ve Çankaya Belediyesi ile sürdürüyoruz.
Ayrancı’da, içinde yaşadığımız bir mahalle kültürü var. Bunu her yerde hissetmeniz mümkün. İşte biz bu mahalle kültüründen yola çıkarak, komşularımızla birlikte çocuklarımız için kitabı ve okumayı temel alan etkinlikler organize etmeye karar verdik.
Gaye Dinçel ile Ada Kitap Kahve’deki etkinlik
İlk durağımız, bize hem destek hem de moral veren yazanlar sokağındaki Ada Kitap Kahve ve Aslı Abdik oldu. Aslı hanım bizim hayallerimizi duyduğunda bize ilk önerisi çocuk kitapları yazarı ve de çocuklarla etkinlikler yapan yazar Gaye Dinçel oldu. Onunla ilk etkinliğimizi 15 Ekim’de Ada Kitap Kahve’de gerçekleştirdik. Gaye Dinçel ile çocuklar bir araya geldi ve onun kitaplarındaki öykü kahramanlarından yola çıkarak, kendi hayallerindeki kitap için kapak tasarımları yaptılar. Çocuklar kitaplarla dolu bir ortamda, kitapları inceleyerek ve gözlemleyerek, kendi tasarımlarını oluşturdular.
Bu etkinlikten aldığımız enerjiyle çalışmalarını izlediğimiz Ayrancı Semt Meclisi ile bağlantı kurduk. Ayrancı Anneleri artık semt meclisine taşındı ve çalışmalarını burada sürdürüyor. İkinci çalışmamız 26 Kasım Cumartesi günü Ayrancı Semt Meclisimizin bünyesinde, Çankaya Belediyesi Ayrancı Bahar Evi’nde gerçekleştirdi. Yazar Gaye Dinçel çocuklarla yeniden bir araya geldiğinde, bu defa katılımcılar farklı bakış açılarıyla kendi kahramanlarını tasarladılar ve yorumladılar.
Ayrancı anneleri olarak 5-10 yaş grubundaki çocuklarımız için biraraya geliyoruz. İstiyoruz ki, onlar da kitaplarla tanışsınlar, kitaplarla dostluklarını pekiştirsinler, kitapların bize sunduğu o muhteşem hayal dünyasında kendi yaratıcılıklarını geliştirsinler.
Siz de bu çevrelerde iseniz çocuklarımızı biraraya getirmek için, yaşadığımız mahalle kültürünü onlarla da tanıştırmak için, kitapların o gizemli dünyasını keşfetmek için, çocukların mahalle arkadaşlığını geliştirmelerine fırsat tanımak için buluşalım. Yeni etkinlikleri birlikte düşünelim, konuşalım, tasarlayalım.