İnsan, kent ve ulaşım odaklı “Bir Ankara hayali”

Ankara’da elli yıldan uzun bir süredir yaşayan bir kent plancısı ve ulaşım uzmanı olarak “bir Ankara hayal etmek” artık çok zor ve ürkütücü olmaya başladı. Son yirmi-otuz yılda yaşadığımız gelişmeler sonucunda kentlilerin değişen önceliklerini ve kentin değişimini yönlendiren dinamiklerini dikkate aldığımızda kentin geleceğini hayal etmekten çekiniyor ve hatta korkuyoruz. Çünkü sadece kentin fiziksel mekânları değil kentlileri, değerleri ve ilişkileri de yıprandı ve istenmeyen yönlerde değişti.

Ankara’nın ve diğer kentlerimizin geleceğine ilişkin hayaller kurmadan önce geçtiğimiz dönemlerde yaşananların kent ve kentliler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

Son Yıllarda Değişen Belediyecilik ve Değerler

Cumhuriyet döneminin ilk planlı kenti olan Ankara, Gökçek döneminde planlı kent özelliğini yitirmiş ve “ben noktasal planı tercih ederim” yaklaşımıyla kent planlarına yama üstüne yama yapılarak kent talanı en üst düzeye çıkarılmış, yasallaştırılmış ve kurumlaştırılmıştır. Belediye meclisleri; imar komisyonlarındaki inşaatçı, emlakçı ve rantçıların onay mekanizması haline gelmiş, teknik kadrolar bu kararları kuralına uydurma görevini üstlenmiştir.

Son beş yılda dünyayı ve ülkemizi büyük ölçüde etkileyen pandemiye ilave olarak ulusal ekonomik kriz özellikle orta ve düşük gelirli kentliler üzerinde büyük baskı kurarak yaşam koşullarını kötüleştirmiş ve kenti bir yaşam savaşı alanına dönüştürmüştür. Artan enflasyona ilave olarak yurtdışından gelen sığınmacılarla büyüyen işsizlik ve Güneydoğu illerimizde meydana gelen depremle yaşanan iç göç pek çok kentimiz gibi Ankara’yı da etkilemiştir.

Tüm bu olumsuzlukların giderilmesi için gerekli adımlar atmayan merkezi yönetim karşısında yerel yönetimler kenti değil kentliyi korumaya öncelik vermiştir. Muhalefet partileri tarafından yönetilen belediyeler ve özellikle Ankara’daki yerel yönetimler, belediyeciliği; yoksullaşan kentlileri koruma ve ayakta tutma çabası işlevine dönüştürmüştür.

Merkezi yönetimin yarattığı ekonomik sorunlarla yaşam savaşı veren dar gelirli kentlilere destek olmaya çalışan yerel yönetimler geleceğin kentini planlamak ve oluşturmaktan çok günümüzdeki olumsuz ekonomik koşullar karşısında dar gelirli kentlilerin direncini artırmaya odaklanmıştır. Merkezi yönetimin çözemediği ulusal sorunlar karşısında dar gelirli kentlilere yapılan destekleri artıran yerel yönetimler kısıtlı kaynaklarıyla merkezi yönetimin eksikliklerini kapatmaya çalışmıştır. Yerel yönetimler bir yandan merkezi yönetimin yapmadıklarını için kaynaklarını tüketirken hiç verilmeyen ya da geciktirilen kent projelerinin onayları ile kente ve kentin geleceğine yönelik projelerini uygulamaya sıra gelmemiştir. 

Hayallerin Temeli Olarak Dün ve Bugün 

Yerel yönetimlerin son beş yıllık dönemde seçim öncesi önerdikleri ve uygulayabildikleri proje ve vaatlerinin yukarıda ana hatlarıyla açıklanan koşullar altında değerlendirilmesi, diğer bir deyişle geçen beş yılın deneyim ve sonuçlarının değerlendirilmesi önümüzdeki kısa dönemde gerçekçi beklentilerimizi, orta ve uzun dönemli hayallerimizin boyutlarını belirleyecektir. 

Geçen beş yıllık dönem ana hatları ile değerlendirildiğinde seçim öncesi vaatlerin ve projelerin ciddi bir çalışma ve hazırlığa dayanmadığı, ulaşım altyapısına, özellikle raylı sistemlere yönelik vaatlerin gerçekleştirilemediği, beş yıl sonra kentin hâlâ bütüncül planı olmadığı, ulaşım konusunda uygulanan projelerin önceki dönemden kalan ve uzmanlar tarafından şiddetle karşı çıkılan, meslek odalarının açtıkları davaların hâlâ devam ettiği karayolu ve katlı kavşak projeleri olduğu görülmektedir.

Beş yılın ardından Ankara hâlâ bir çevre düzeni planı olmadan, yama üstüne yama yapılarak onaylanan parçacı planlarla sağlıksız bir şekilde yayılmakta ve yükselmektedir. Kent; bir ulaşım ana planı olmadan yeni yollar ve katlı kavşaklar, alt ve üst geçitlerle önceki dönemin politikaları ile hızlı ve plansız gelişmesini (!) sürdürmektedir.

Ana başlıklarla Ankara’nın son beş yıllık gelişmesinde aşağıdaki konuların öne çıktığı görülmektedir;

Mekânsal Planlar: Kentin anayasası olan “çevre düzeni planı” mahkeme kararı ile iptal edildikten sonra beş yıllık dönemde yeni plan hazırlanarak halkın görüşlerine açılmamış ve meclise sunulmamıştır. Bu durum Gökçek döneminin temel yaklaşımı olan “noktasal planlarla” (yamalarla) bütüncül, bilimsel planlarla değil çıkar amaçlı projelerle inşaat ve kentsel gelişmenin sürdürülmesi seçeneğinin hâlâ sürdürüldüğünü göstermektedir.

Ulaşım Ana Planı: Çevre düzeni planı ile birlikte, onun verilere göre hazırlanması gereken ulaşım ana planı hazırlanmamış, kentin mekânsal ve demografik değişimleri dikkate alınmadan iptal edilen planlarda yer alan karayolu ve raylı sistem projelerinin uygulanmasına devam edilmiştir. Dış kaynak desteğiyle başlanan ve kısa ve orta dönemli projelere stratejik bir yaklaşım getirmesi beklenen Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı çalışmaları gecikmiş, bu dönemde sonuçlanamamıştır.

Raylı Sistemler: Daha önceki onaylı ve süresi dolmuş ya da iptal edilen planlarda yer alan raylı sistem hatları, bütüncül ve güncel bir plan olmadan, koridor ve proje ölçeğindeki etütlerinin yapılmasına devam edilmiş, seçim öncesi vaat edilen 50-60 km uzunluğundaki yeni metro hatlarından hiçbiri uygulamaya geçilememiş, bir kısmının sadece projeleri hazırlanabilmiştir.

Belediye Otobüsleri: Yaşlanan otobüs filosunun hayatta kalabilmesi ve genişleyen kentin artan yolculu taleplerinin karşılanması için beş yıllık dönemde yaklaşık 400 yeni dizel ve LPG’li otobüs alınmış, dönem başı ve seçim öncesinde gündeme getirilen yerli elektrikli otobüsler denenmiş, sadece belediye bünyesinde birkaç eski otobüs elektrikli çekişe dönüştürülmüştür.

Otobüs Yolu/Metrobüs: Toplu ulaşım sunumunun en hızlı, merkezi yönetim onayı beklemeksizin ve düşük maliyetle artırmanın yolu olan toplutaşım otobüsleri için ayrılmış otobüs şeridi, otobüs yolu ve metrobüs altyapısı gibi uygulamalar beş yıllık dönemde gündeme gelmemiş, uygulanmamıştır. Yüksek kapasiteli, uzun otobüsler çeşitli hatlarda “metrobüs” adıyla test edilmiş ancak bu tür işletmeciliğe yönelik ve bu işletmeciliğin ön koşulu olan altyapı yatırım projeleri (ayrılmış hat, duraklar, vb.) planlanmamış ve uygulanmamıştır.

Bisiklet Altyapısı: Dış kaynak destekleri ile iki ayrı bisiklet etüdü ve planı hazırlanmış olmasına karşılık trafik ve yol boyu otopark şeritlerinin yeniden düzenlenerek fiziksel ayrımlı bisiklet şeritlerine dönüştürülmesi bu planlarda önerildiğinden çok yavaş ilerlemiştir. Güncel olarak yaklaşık 45 km uzunluğunda bisiklet yolu parçaları kullanıma açılmış olup bunun yaklaşık üçte biri kamuya açık ulaşım amaçlı bağlantılar niteliğindedir. Bu bisiklet yollarının önemli bir kısmı yeşil alanlar, üniversite kampüsleri ve sanayi sitesi içerisinde kalan, kent ulaşım sistemine katkısı sınırlı yollar olmuştur. Bu bisiklet altyapısı taşıt trafiğine alternatif olacak şekilde geliştirilmemiş, taşıt trafiğini olumsuz etkileyeceği endişesiyle taşıt trafiğini altyapısına dokunmadan, tepki çekmeyecek ve yapılması kolay ancak kullanımı sınırlı yerler tercih edilmiştir.

Bisiklet Paylaşım Sistemi: Geçen dönemin başlarından itibaren çalışmaları sürdürülen ve dış kaynak desteğiyle beş yıldır gündemde olan yaklaşık 408 elektrikli bisiklet temini ve metro istasyonlarında kurulacak e-bisiklet paylaşım istasyonlarında beş yıl sonunda henüz işletmeye açılmamıştır.

Yayalaştırma ve Yaya Öncelikli Projeler: Taşıt trafiğini azaltma, yaya ve bisiklet ulaşımını destekleme amaçlı düzenlemelere ve yol yüzeyi paylaşımını değiştirmeye yönelik projeler gündeme gelmemiştir. Tersine, önceki dönemde projeleri hazırlanmış ve meslek odalarının açtığı davaların hâlâ devam ettiği yeni yollar ve katlı kavşakların inşaatı tamamlanmış, önceki dönemde başlayan taşıt öncelikli uygulamalar olan “17 katlı kavşak” yeni dönem seçimlerinde övünülen örnek uygulamalar olarak kampanyalarda kullanılmıştır. Özellikle “Ulus kent merkezinin yayalaştırılması” görünümü altında tarihi merkezin altından geçecek Ulus Tüneli projesi hâlâ gündemde tutulmuş, yeni dönemin taşıt odaklı projeleri arasında yerini almıştır.

Kısa Dönem Hayalleri

Geçtiğimiz beş yıllık dönemde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeyen (ya da gerçekleştirilemeyen) projeler dikkate alındığında yeni başladığımız beş yıllık dönem için hangi hayalleri kurabileceğimizi belirlemek ve hayal etmekten çok bir “öngörü senaryosu” oluşturacak ve daha sonraki dönemlerin hayallerinin temelini oluşturabilecektir. Yeni bir Ankara Hayali ise ancak bir sonraki beş yıllık dönem için geçerli olabilecektir.

Yeni başladığımız beş yıllık dönem, genel olarak başlanmış bulunan ve bir kısmı önceki dönem seçimleri vaatleri arasında yer alan ancak beş yılda gerçekleştirilemeyen projelerin “bir kısmının” uygulamaya geçirilebildiği bir dönem olarak değerlendirilebilir.

Ankara Büyükşehir için mekânsal çevre düzeni planının toplumsal katılım ile tartışıldığı, hazırlandığı ve onaylandığı bir başlangıç haritası olduğunda diğer taşlar yerine oturabilecek, bu öncelik yeni yerel yönetimlerin, meclislerin ve karar vericilerin yirmi yıllık yıpranmasının ne kadar düzeltilebildiğinin göstergesi olacaktır. Bu planlar başta imar komisyonları olmak üzere yönetimleri etkileyen rant çarklarının ne kadar kırılabildiğini gösterecek, yakın ve uzun dönemli Ankara hayallerinin yolunu çizecektir.

Şu anda bütüncül ve güncel onaylı plan olmaksızın sürdürülen başta raylı sistemler olmak üzere ulaşım altyapısı, hâlâ seçim vaatleri arasında bulunan katlı kavşakların yeniden değerlendirildiği bir yaklaşım hayal edilmelidir. Bu yaklaşım kentte yeni altyapı yapmak yerine öncelikle mevcut altyapının ne kadar etkin kullanıldığı, kapasite kullanım oranlarının nasıl arttırılabileceğine odaklanılmasını gerektirmektedir.

Örneğin kentteki mevcut raylı sistemlerin kapasitelerinin çok düşük oranlarda kullanıldığı gerçeğinden (1,5 dakika aralıkla işletilmesi mümkün hatların halen zirve saatlerde M1,M2, M3 hatlarında 5 dakika, M4 hattı 6,5 dakika olmasından) yola çıkılarak halen “sunulan kapasitenin” bile %30 düzeylerinde kaldığını göstermektedir. Diğer bir deyişle, altyapı kapasitesinin tam olarak kullanılmadan hizmet sunulduğu, sunulan hizmetin bile tam olarak kullanılmadığı dikkate alınarak yeni raylı sistem hatları yapmadan önce mevcut hatların etkinliğinin artırılmasına öncelik verilmesi gereklidir. Bu amaçla raylı sistemlere paralel otobüs (EGO, ÖHO, ÖTA) ve minibüs hatlarının yeniden gözden geçirilmesini de kapsayan yeni bir toplutaşım yapılanma planı sonucunda yeni aktarma merkezlerinin ve besleme hatlarının oluşturulması, aktarmaları kolaylaştıran yeni fiyatlandırma sisteminin geliştirilmesi beklenmelidir. 

Kent genelinde toplu ulaşım, yaya ve bisikletle yapılan yolculukların artışının sağlanması için bir yandan bu ulaşım türlerinin altyapı ve kapasitelerinin geliştirilmesi gerektiği ancak bunlar dışında kalan bireysel otomobil kullanımını azaltacak düzenlemelerin yapılması gerektiğinin bilincine varılması umut edilmelidir. Etkin ve çağdaş bir ulaşım planı sadece toplutaşım, yaya ve bisiklet kullanımını arttırmak için projeler geliştirmekle kalmamalı, otomobil yolculuklarının sınırlanması ve azaltılması için karayolu ve otoparklar konusunda öneriler getirmelidir. Dünyanın büyük kentleri (Singapur, Londra, Stokholm, Roma, Paris ve New York gibi) kent merkezlerine otomobil girişini ve merkezden geçişini çeşitli yöntemlerle yasaklarken Ankara’nın hâlâ merkeze otomobillerin gelişini ve merkezden geçişini teşvik eden yeni ve geniş yüksek hızlı yollar, katlı kavşaklar ve tüneller yapmaktan vazgeçmesinin bir hayal olarak değerlendirilmemesi gerekir.

Bu davranış değişikliğinin benimsenmesi durumunda içinde bulunduğumuz beş yılda otomobillerden şerit alınarak yaya ve bisikletlilere fiziksel ayrımlı altyapı şebekesi geliştirilebilecek, bisiklet kullanımında da artış görülebilecektir. Bu altyapı düzenlemeleri yapılamaz, bisikletlere güvenli altyapı yapılmaz ve motorlu taşıtların hızını azaltan projelere (yeni yollar ve katlı kavşaklara) devam edilirse beş yılda uygulamaya geçilemeyen bisiklet paylaşım sistemi yeni dönemde işletmeye alındığında beklenen yaygın kullanıma ulaşamayacak, bisikletli ve yayaların yaralanma ve ölümleriyle sonuçlanan çarpışmaların artması kaçınılmaz olacaktır.

İçinde bulunduğumuz beş yıllık dönem proje hazırlıkları geçtiğimiz beş yılda başlanan mevcut raylı sistem hatları uç noktalarındaki uzatmaların (7,5 km Dikimevi-NATO yolu, 9,4 km M2 Hattının Koru-Yaşamkent ve Koru-Bağlıca eklentileri, 7,7 km M4 Hattının Şehitler-Forum uzatması) tamamlanması (toplam yaklaşık 23 km) “erişilebilir bir hayal” olarak görülürken yeni başlanacak olan (15,3 km M5 Kızılay-Dikmen hattı ile 11,6 km M6 (M2) Çayyolu – (M3) Sincan Bağlantısı) hatlarının (toplam 27 km) işletmeye açılmasa bile inşaatlarının başlanabilmesi bile bu dönemin gerçekleşebilir hayalleri arasında sayılabilecektir.

Uzun Dönemli Ankara Hayalleri 

İçinde bulunduğumuz beş yılın ötesindeki yıllarda görebileceğimiz gerçek hayalleri (!) ise ortaya koymamız ve ulaşmaya çalışmak için çevremizi yönlendirmemiz gereken yeni, yaratıcı, değiştirici, ileriye götürücü ve yaşamda aşama kaydedici yaklaşımlar ve onların kente ve yaşantılarımıza uygulamaları olarak tanımlayabiliriz. 

Bu değişimlere öncelikle planlama yaklaşımlarını ve yöntemlerini değiştirerek başlamamız gerekir. Planlar katılımcı, kapsayıcı olmakla birlikte sadece kentlilerin geçmişten gelen değer yargıları ve yaklaşımları ile biçimlenen kararlar olmamalıdır. Kentlilerin değer yargıları ve önceliklerinin de değiştirilmesi, geliştirilmesi ve yenilikçi hale getirilmesi için oluşturulacak süreçler, bilgilendirmeler sonucunda günü ve geleceği planlayacak şekilde geliştirilmelidir. Mevcut yapıda ulaşım sorunlarını çözmeye, daha geniş ve hızlı gidilebilen yollar önerilen yaklaşımlar sorgulanarak “Neden daha uzağa gidilmeli, neden daha hızlı gidilmeli?” sorularının cevaplarının tartışılması ile başlanmalıdır. Hızla dijital bir hale gelen dünyada işe, okula, alışverişe, hastaneye, eğlenceye daha uzağa gitmemiz gerektiğini sorgulayan bir evreden geçilmeli, kent ve kentteki erişim konusundaki temel çelişkiler yeniden değerlendirilmelidir.

Günümüzde pek çok kent yönetimi bu sorgulamayı yaparak kentte daha uzağa gitmek yerine gereksinmelerinin büyük bölümünü kentliye getirerek yakın yaşam alanında karşılamayı amaçlayan “yakınlık planlaması” (proximity planning) kavramını uygulamaya başlamıştır. Aslında tarihsel gelişim içinde çok eski çağlardan beri kullanılan, ülkemizin planlama standartlarında da yer bulmuş bu yaklaşım dijitalleşen dünya ile daha büyük bir anlam kazanmış ve yeni bir dönemi başlatmıştır. 15-Dakikalık Kent tanımıyla öne çıkan yeni yaklaşımda bir yandan aktif ulaşım biçimleri (yaya, bisiklet) 15-20 dakika içinde ulaşılabilen temel gereksinmelerin ve (dijitalleşen dünyada) çalışma, okul gibi temel eylemlerin yanı sıra sağlık, eğlence gibi işlevlere de ulaşılabildiği bir yaşam çevresi oluşturulması önerilmektedir. Yeşil ağırlıklı, taşıt trafiği azaltılmış bir mahalle/semt yaşamı içinde yeniden komşuluk ilişkilerinin oluşturulması, bu alan dışına çıkılmasını gerektiren yolculukların da ağırlıkla toplu ulaşımla karşılanabildiği bir kent yapısı oluşturmak günümüzde pek çok ülke ve kentin temel hedefi olmaktadır.

Dijital kent ikizi” gibi teknolojik gelişmelerin sadece taşıtları hızlandırmak ve daha uzun mesafeler götürmek için değil, hizmetleri ve olanakları yaygınlaştırmak ve erişimi kolaylaştırma için kullanıldığında artık “daha uzağa gitmek” değil yeşil ve insan ölçekli yerleşimlerde yaşayarak “erişmek ve katılabilmek” için yeni bir kent yapısı ve dinamikleri oluşturulması hayal edilmelidir.

Pek çok gelişmiş ülkede giderek yaygınlaşan dört günlük çalışma haftası, uzaktan çalışma, eğitim ve benzeri uygulamalarla çevre duyarlılığı birleştiğinde aktif ulaşım ağırlıklı ortamda haftalık temel gereksinmelerin karşılandığı, bu yaşam birimlerinde yer almayan tiyatro, konser, uzman sağlık kuruluşu gibi kullanımlara yapılacak yolculukların ise toplu ulaşım ve paylaşımlı ulaşım türleriyle karşılandığı bir yapıya geçiş “bir Ankara Hayali” olarak tanımlanabilir. 

Günümüzde imar planlarında yama üstüne yama ile ortaya çıkan kent çevresindeki yüksek katlı yapılardaki konutlar, alışveriş merkezleri ve ofisler kuralların ve dinamiklerin değişmesiyle birer kendine yeterli “yaşam alanı” haline getirilmedikçe kentin ulaşım ve sağlıklı yaşam sorunlarının çözülmesi beklenmez. Ankara’da bu tür gelişmeler ne yazık ki mevcut ve olası toplu ulaşım altyapısından uzakta oluşturulduğu için yapılacak yeni planların ve ulaşım altyapısının bu yeni yaklaşımla düzenlenmesi gerekecektir. 

Yüksek standartlar ve maliyetlere sahip kent çevresindeki bu alanlarda dar gelirlilerin de yaşayabilmesini sağlayacak önlemler ve düzenlemeler yapılabilmesi mümkündür. Diğer yandan mevcut kent dokusu içinde kalan ancak kendiliğinden en azından zemin katları işyeri ve ticari olarak kullanılan alanların da yeniden yapılandırılması gerekebilecektir. Bu yaklaşımla oluşturulacak karma kullanımlarla kentlileri çalışmak, okumak ve diğer ihtiyaçları için daha uzağa gitmelerini destekleyecek hızlı, ucuz ya da bedava toplu ulaşım yerine kentlilerin olabildiğince mahalleleri ve semtleri içine yaşamasını destekleyecek önlemlerin geliştirilmesi söz konusu olacaktır. Bu önlemler arasında toplu ulaşım odakları çevresinde oluşmuş yüksek yoğunluklu alt merkezler (toplutaşım odaklı gelişme: transit oriented development) ve yaşam alanları geliştirilmesi söz konusudur. Kent planlarının rant odakları tarafından oluşturulması yerine çevresinde okul ve sağlık ocağı gibi kamu hizmet birimlerinin yeşille bütünleştiği kullanımların planlanması, bu alt merkezlerdeki ticaret ve hizmet tesislerin kamu tarafından inşa edilmesi, işletilmesi ve kiralanması ile kamu girişimleri gelişmeyi yönlendirebilecektir. Gerekirse alt merkezlerde yaşayacak ve içlerinden en az bir kişinin çalıştığı ailelere vergi indirimi gibi mali destek sağlanması ile kentlilerin yaptığı toplam araçlı yolcu kilometre ve ona bağlı olarak hava kirliliği, yollarda kaybedilen zaman, çarpışmalar ve kayıplar azalacak kent içinde yapılı ve yeşil alan dengesi iyileştirilebilecek, ulaşım talebi ve sorunları başka bir düzeye indirgenebilecektir. 

Tabii, pek çok dünya kentinde uygulanmaya başlanan bu yaklaşımların hepsi şimdilik ve yakın dönemde Ankara için bir hayal!

Prof.Dr. Savaş Zafer Şahin: İmar, ihale, istihdam kıskacında yeni bir belediyecilik mümkün mü?

Prof Dr. Savaş Zafer Şahin ile imar, ihale, istihdam (3İ) kıskacında kalan ve şirketler tarafından yutulmuş belediyeleri, Türkiye’de yerel yönetim siyasetini ve yeni bir yerel yönetim anlayışı için gerekenleri konuştuk. Yeni bir yerel yönetim anlayışından ne beklemeliyiz, irademizi nereye nasıl koymalıyız? Bazı büyük ahlaki krizler ve birtakım çözüm önerileri… 

Prof.Dr. Savaş Zafer Şahin

Toplumda yerel yönetimler üzerinden bir şeyleri değiştirme bilinci, farkındalığı ve iradesi ortaya çıkabiliyor mu? Yoksa bu tartışma artık unutturulmuş, yetersiz ya da önemsiz hale getirilmiş bir tartışma mı? Öncelikle bunun üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekiyor.

Böyle bir iradenin, farkındalığın ortaya çıkabilmesi için ortada bir paradigma olması lazım. Biz bu konuda çeşitli aşamalardan geçtik: İlk aşama, siyaseten doğruculuk aşamasıydı. Aslında 90’ların ortaları 2000’ler siyaseten doğruculuk dönemleriydi bizim için. Örneğin bir yerde yolsuzluk varsa o hırsız şunu yaptı, bunu yaptı diye tartışmak yerine siyaseten doğruculuk “doğru olan, yolsuzluğun olmadığı bir düzeni meydana getirmektir, bunu nasıl yaparız, gelin konuşalım” demektir. Bazen de kendi inanmadığımız bir şey dahi olsa o meseleye olan saygımızdan dolayı onu “gündeme getirmemektir”.

Buradan post truth dediğimiz hakikat sonrası döneme geldik. Çünkü iletişim araçları gelişti, gelişmekle kalmadı, iletişimin kendisi bir tahakküm aracı haline geldi ve hakikat denilen meselenin şekillendirilmesi konusu bizim elimizden alındı. Biz ancak hakikat dediğimiz şeye ilişkin genel geçer yargılara uyanları tartışabilir durumdayız. Burada siyaseten doğruculuk geri planda kaldı artık açık bir şekilde insani ve dünya görüş değerlerine aykırı meselelerse bile bunu ifade eden insanların “ama duruşunu bozmadı, tavrını bozmadı, o başından beri zaten böyle olduğunu söylüyor” gibi birtakım meselelerle meşrulaştırıldığı bir döneme geldik ki bunun en tipik örneği Donald Trump’tır. Bunun bizi getirdiği nokta; birine açıktan terörle ilgisi olmasa dahi yalan bir videoyla terörist diyebiliyorsunuz. Bu bizim politik stratejimiz değil denilerek kabul görebiliyor. Bu, hakikat sonrası dönemin müthiş bir etkisi. 

Şimdi hakikat döneminin bizi getirdiği yeni bir dönem var önümüzde. Buna İngilizcede diabolical times diyorlar,şeytani, kötü niyetle, kurnazca” anlamına geliyor. Bunu biz gündelik hayatımızda şöyle yaşayabiliyoruz; birine, olmayan bir şey isnat edilebiliyor, isnat edilmesi herkes tarafından yanlış olduğu bilindiği halde, şöyle deniyor: “Müthiş bir siyasi manevra yaptı. Karşıdaki bunu yönetemedi, algıyı yönetemedi.” 

Burada, önümüzdeki yerel seçimleri de düşünerek, karşımıza çıkacak ile tartışmamız gerekeni bir önümüze koyalım. Karşımıza bütün bu etkilerin altında; suya sabuna dokunmayan beyannameler, birtakım genel geçer projeler ve birtakım kişiler çıkacak. Üçünden biri eksik olduğu zaman da soracaklar: Peki ama beyanname yok, hangi aday, hangi lider, projeleriniz neler diyecekler, ama esas tartışma önümüzde olmayacak. Esas tartışma ne olmalı? Krizler. Hangi krize, hangi politikaları önereceğiz, tercihlerimiz ne olacak ve bunlara hangi çözüm alanlarıyla derman olacağız? Böyle bir çerçevenin yerel yönetim seçimlerinde ya da tartışmalarında önümüzde olması gerekiyor. 

Peki, krizler neler? 

1. Devletin mekânsal örgütlenme krizi

Şu an Türkiye yönetimi 2 kademeli bir ülkedir. Cumhurbaşkanlığı ve Büyükşehir Belediyesi. Arada; il özel idaresiymiş, köymüş, ilçeymiş, vesaireymiş bunların hiçbirinin anlamı yok artık. Zaten siyasi tartışma, güç tartışması da bu iki düzey arasında oluyor. Bunun dünyada da aslında yansımaları var ama bizde çok uç noktaya gelmiş durumdadır. Cumhurbaşkanlığı park yapıyor, millet bahçesi yapıyor, Büyükşehir Belediyesi de gidip tarım politikası üretmeye çalışıyor. Ama aradaki aktörlere de sürekli bunlar da bir şekilde katılsa iyi olur deniliyor. Vatandaş da ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette kafası kesik tavuk gibi ortalarda dolanıyor.

2. Ekolojik kriz ve ekosistem taşıma kapasitesi krizi

Artık burada duvara toslamış bir yerleşimler sistemiyle karşı karşıyayız; artık yeraltı su kaynakları kurumuş ovalar mı ararsınız, kurumuş göller mi ararsınız, su kaynağını yetiştirip yetiştiremeyeceği belli olmayan kentler mi ararsınız?… Listeyi sıralamaya başladığımızda gerçekten çok korkutucu bir manzarayla karşı karşıyayız. 

3. Toplumsal uyum ve hareketlilik krizi

Toplumsal uyum içinde göç önemli bir boyut ama aynı zamanda kuşaklararası uyum, kent içerisinde ülke içerisinde hatta kıta içerisinde dünya içinde hareketliliğimiz meselesi çok ciddi bir sorun olanı haline gelmeye başlıyor. Kızılay’ın ortasında adamlar vuruluyor, Kızılay’da dolaşabilecek miyim soruları aklınıza geliyor. 

4. Yerleşimlerin kırılganlıklarının krizi: afetler ve yeniden yapılanma

Kırılganlık deyince çıt kırıldım, nazenin bir kızdan bahsetmiyoruz. Kırılgan olmak şu demek, yaşlanınca insanlarda kemik erimesi oluyor, kalsiyum birikmesi oluyor, düşünce çat diye kalçamız kırılıyor. Kırılganlık böyle bir şeydir. Kentiniz, kemik erimesine mustaripse düştüğü zaman kırılır, bu kadar basit önce kemik erimesinin olmamasını sağlayacak önlemleri almanız gerekiyor. 

5. Dönüştürücü teknolojilerin krizi, insanın anlam krizi 

Dünyanın neresine giderseniz gidin uber diye bir gerçekle karşı karşıyasınız. Biz taksicilere uber şoförlerini dövdürüyoruz, dövdürerek bir yere gidemeyeceğimizi henüz anlayamadık. Uber çatıdan kovsan bacadan girecek; bu bir yeni dünya, yeni teknoloji ve zihniyet dünyası. Buna uyumlu değilsen yarın bir gün çökertilecek bankacılık sistemlerinle, lojistik sistemlerine yapılacak müdahalelere ve hatta bırakın işinizi elinizden alacak yapay zekaya karşı insanınıza ne tür bir anlam sunuyorsunuz? Bu büyük var oluş krizine karşı ne üretiyorsunuz? Bununla ilgili bir tartışmanızın olması lazım ve bunun içinde yerel yönetimler çok büyük önem taşıyor. Çünkü o anlamı kent üretiyor. Bir meydan yapıyorsanız o meydanı kullanacak insan yoksa o kentin bir anlamı yok. Bir bahçe yapıyorsanız insan yoksa orada, bahçenin anlamı yok. Konut yapıyorsunuz, alabilecek insan yok. O zaman o konutun anlamı yok. O anlam meselesi artık kentte yaşamanın ta kendisi haline geldi

Tartışmamız gereken 5 konu

Geldiğimiz noktada bu beş soruna karşı beş alanda yeni şeyler söylemeniz lazım.

Çıkarların temsili. Yerel yönetimlerin birinci unsuru çıkarların kim tarafından, nasıl temsil edildiğidir. Birebir karşılığı belediye meclisleridir; bu insanlar nasıl seçiliyor, hangi çıkarları temsil ediyorlar, oraya nasıl geliyorlardır? Burası bizim için bir kara delik. Bu konuda hiçbir tartışma yapamıyoruz. Bu kara deliği; yerel yönetimlerin müthiş meşruiyet kriziniçözemeden bu tartışmalara devam edemeyiz. Çünkü o belediye meclislerinde doğru çıkarlar, dengeli bir şekilde temsil edilmezse politika tartışması olmaz ve belediyeler 3i’nin -imar, ihale, istihdam- tahakkümünden kurtulamaz! Bu üçünün tahakkümü altındaki belediyeler, politika tartışamazlar.

İçsel örgütlenme. Biz 15-20 yıl önce şunu konuşurduk, belediye için hiyerarşik bir yapı mı daha doğrudur, matris yapısı mı, proje türü bir yapılanma mı? Buradan; belediye başkanının iyi çalıştığını düşündüğü cevval elemanlarla kurduğu, adı konmamış ekiplerin, belediyeleri aslında organizasyon olarak yürüttüğü bir döneme geldik. Belediye şirketleri diye bir acayip mesele var; 2023 rakamlarına göre belediyelerin kadrolu eleman sayısı 800 bin, belediye şirketlerinin 1 milyon 100 bin. Yani belediyeler şirket çıkarmamış, artık şirketler belediyeleri yutmuş. Böyle bir durumda örgütlenmeyi tartışmamız lazım. 

Sermaye birikimi. Aslında belediyeler doğrudan kentlerdeki kaynak ve sermaye üretiminin altyapısını ve dağıtımını sağlamakla görevli yapılar. Yani ben altyapıyı önce nereye yapıyorsam aslında üretimi orada teşvik ediyorum demektir. Biz nereye kentsel altyapıyı götürüyoruz? Bu altyapının acaba ne tür bir sermaye birikim sürecini, insanların ne tür bir ekmek kazanmasını sağlıyorlar? Bunlara ilişkin hiçbir düşünce biçimimiz yok. Bir tane basit örnek vereceğim. Pandemi döneminde yeme içme sektörü, özellikle yemek sepeti ve getir gibi uygulamaların fahiş komisyonlarından şikayet edince Büyükşehir Belediyesi bir girişime niyetlendi Lezzet Ankara diye. Kötü bir hazırlık olduğu için hiçbir işe yaramadı ama benim bir şey dikkatimi çekti; Yemek Sepeti’nin ceo’su bunu görür görmez sosyal medyada veryansın etmeye “Ekmeğimize kan doğramayın” demeye başladı. 6 buçuk milyon Ankaralının verisi elinizde olacak ve siz bir yemek sepeti kadar katma değer üretemeyeceksiniz. O zaman bu zihniyetin dönüşmesi lazım, kimse kusura bakmasın. Veri gibi büyük bir nimetten hiçbir şey üretemiyorsunuz yerel yönetim olarak. O zaman o sermaye birikim süreçleri meselesini gözden geçirmeniz lazım.

Gerçekliğin yeniden üretilmesi. Bütün yerel yönetimler gerçekliği yeniden üretebilir, billboardları vardır, bülten dağıtırlar, web sayfaları vardır. Çünkü insanlar o bilgiye meraklılar. Bakın bugün hâlâ sadece Ankara’da da olsa Hürriyet’in bir Ankara eki var. O Hürriyet’i artık Ankara eki ayakta tutuyor. Çünkü insanlar Ankara’nın haberlerini merak ediyorlar, oradan takip ediyorlar hâlâ. Çünkü yerel gerçeklik o merkezde belirlenen gerçekliğe benzemez. Ben Ankara’da nerede yiyeceğim, nerede içeceğim, nerede ekmeğim var, bunu görmek bilmek isterim ve bunu bana Ankara’nın bakanlıkları söylemiyor, bunu bana yerel söylüyor ama o gerçekliği üretirken de etik sınırları, ahlaki sınırları doğru gözetmezseniz insanlara yanlış bir hakikat, yanlış bir gerçeklik işaret ederseniz, bu kentin kimliğini ve kültürünü yok edersiniz. Yerel yönetimlerle ilgili böyle büyük bir sorunla karşı karşıyayız. İlber Hoca geçenlerde herkes haklı olmak istiyor, herkes haklı diyerek itiraz etmiş. Haklı, yani Nasrettin Hoca gibi oldu ama, belediye başkanlarımız kentin haklı olmasındansa kendilerinin haklı olmalarını tercih ediyorlar. Bu büyük bir ahlaki krizdir. 

Yerel yönetimlerin ve hizmetlerin yeniden yapılandırılması. Asfalt hizmetini parçalarına ayırıp yeniden toplamazsanız ulaşım problemini çözemezsiniz. Konut meselesini kentsel dönüşümü parçalarına ayırıp nerede hata yapıyoruz diye sormazsanız o sorunu çözemezsiniz. Afetle ilgili zaten harikayız, efendim sorunumuz yok, çok şükür Ankara’da da öyle bir şeyimiz yok diyorsanız… Demetevler orada hâlâ duruyormuş, heyelan bölgelerinde yapılarınız varmış, Akpınar duruyormuş, bunlar ne olacak? Bunlar kocaman soru işaretleri. İşte bu alana da politika tartışmaları alanı diyorum. Yani birilerinin çıkıp; kardeşim ne tür bir örgütlenme yapın olacak, kimleri temsil edeceksin, hangi hizmeti vereceksin, ne tür bir sermaye birikimi üreteceksin, hangi hakikat üreteceksin sorularını sormaları gerekiyor. 

Sorun belli, ihtiyaçlar belli peki ya çözümler? 

Yerel yönetimlerin gerçekle tanışması lazım. Veri olmayan bütün tartışmalar kahve muhabbetidir. Gerçek temelli bir siyaset kültürüne ihtiyacımız var. Gerçek iç acıtır arkadaşlar. İyi yaptığımız şeyler varsa bunları da bir gerçek olarak not etmemiz lazım ama gerçekle yüzleşmeyen bir yerel yönetim deneyimi bizi bir yere götüremeyecek. 

Kaynak temelli bir yerel yönetim anlayışı. Bugün bütün yerel yönetimlerimizin konuşma şekli şöyle; şu kadar para olsa, bu kadar borç olsa şunları yapacağız. Para aşınır gider, esas olan kaynaktır. Kaynak sudur, kaynak malzemedir, kaynak elinizdeki insandır. Bunlarla ilgili bir esas kaynak yönetimi yürütmeniz lazım. Elinizde gerçek kaynak varsa o zaman gerçekten para olmadan da iş yapabilirsiniz. Ama bu kaynağı sürdürülebilir bir şekilde kullanma ve oluşturma zorunluluğunuz var. Mekanı önemseyen bir yaklaşıma ihtiyaç var. 

Mekânsal farkındalık mekânı önemsemek derin bir felsefi işidir. Öyle bir anda mekânı anlarım, Ankara’yı hemen çözerim, mümkün değil. Mekânsal farkındalık olmayınca ne oluyor? Bütün plan değişikliklerimiz 1/1000 ölçekte. Çünkü anladığımız o. Bu bina ne olacak sorusundan başka bir mekân algımız yok. Bu binanın katı, kotu kaç olacak bu binanın yüksekliği olacak? Kaç daire çıkacak? Böyle bir mekânsal farkındalıkla kentler ve yerel yönetimler yönetilir mi? Yönetiliyor ama biz buradan öteye gidemeyiz. 

Yenilikçi, yaratıcı ve katılımcı bir yapıya ihtiyacımız var. Gençler, kadınlar, toplumumuzun çok renkli katmanları. Bunlar zaten devletten umutlarını kesmişler ve yapacaklarını yapıyorlar. Örneğin Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali devletten, yerel yönetimden destek almadan yapılıyor. Ama mesele şu: Yaptılar, sürdürüyorlar, hayatta tutuyorlar ama kente bir değer katacak bir şeye ancak yerel yönetimle dönüşür. O zaman birinin demesi lazım ki, bize yeni, yaratıcı fikirler lazım. Bunun için insanların katılması lazım, ama katılımı da sadece idari meselelere, toplantıya katılım değil, yapıma, fikre, üretime katılım olarak görmek lazım. 

Kuşaklar ve ölçekler arası dayanışma. Şimdi bize z kuşağı diye bir şey dayattılar. Bunlar canım z kuşağıdır arkadaşlar. İki bin, üç bin, beş bin sene öncesinin Sümer yazıtlarına bakın, şu an gençlerle ilgili söylenenlerin aynıları yazıyor. Demek ki mesele z kuşağı, x kuşağı değil, mesele kuşaklar arasında farklılık var. İletişim araçları hızlı geliştiği için onların bu aykırılıkları bizim gözümüze daha hızlı ve daha çabuk giriyor ve onlar da daha çabuk öğreniyorlar. Aramızdaki faz farkı arttı sadece ama biz onlarla dayanışamazsak yarın bir gün onların değiştireceği bir dünyada biz kendimizi koyacak yer bulamayacağız. Ölçekler arası dayanışma; mahallede çok güzel çözümler yürütüyoruz, mahallemiz harika, mahallede bilmem ne yapıyoruz ama semt ama ilçe olmuyor. Onların ikisini bir araya getirmemiz lazım. Birlikte işliyor olması lazım.

Toplumcu Belediyecilik yolunda bir çaba, emek ve girişim olarak Çankaya Belde AŞ (2009-2014)- II Yoğun dönem projeler-istihdam-sendikalaşma

2010 CHP Kurultayı ve Yeni Dönem

Belediye döneminin ilk yılı geçmiş, kaos ve belirsizlik ortamı büyük oranda sona ermişti. Buna rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’nde Haziran ayında yapılan ve beklenmedik şekilde gelişen ve Genel Başkan değişikliği ile sonuçlanan süreç gerçekten siyasi iklimi çok değiştirmişti. Kurultay sonrası tüzük değişikliğinin iptali ve MYK özelindeki değişiklikler ile il ve ilçe örgütleri değişmiş,  birçok konuda ve yeni koşullara göre süreçler gelişmişti. Belediye döneminin sonuna kadar da bu siyasi koşullar belirleyici oldu. 

Personel Yapılanması

Şirket artık Sosyal Projeler Merkezi’ne taşınmıştı. Kurumsal yapı oluşmuş ve genel müdüre bağlı muhasebe, insan kaynakları, sosyal projeler, işletme birimleri ve 500’ü geçen personeli ile  Çankaya Belde AŞ tam anlamı ile sahadaydı. Şirket kaynaklarının etkin kullanımı için o günün koşullarında belediyede çalışan personelinin özlük hakları ve maaş ödemelerini belediyeden almanın tek yolu piyasa koşullarında gerçekleşen ihalelere girip bu ihaleleri almaktı. Tabii hiçbir zaman kolay olmadı hatta bir ihaleyi kaybedip şirket personelinin bir kısmı ile geçici bir süre de olsa vedalaşmak durumunda kalmıştık, o günün yasal çerçevesi nedeniyle…

İlk geldiğimizde 50 kişi olan personel sayısının 500’lere çıkması nedeniyle sendikal yapılanmayı sağlıklı bir zemine oturtmak amacıyla 2010 yılında gerçekleşmesi gereken toplu sözleşme yetkisine itiraz ettik. Bu süreç mahkemede uzadı ve iş barışını bozar bir hale geldi. Bu belirsizlik uzayınca bu işin tüm tarafları bir araya gelerek hem geçmişe yönelik süreci telafi edecek bir protokol imzalanmış, hem şirket yönetimi hem de işçilerin büyük bölümünün eğilimi çerçevesinde genel iş kolunda sendikal örgütlenme sağlanmıştı. 

Şirket yönetimi olarak bu süreçte biz de kriz yönetiminde bazı yanlış uygulamalara da gitmiştik ama bunların hiçbiri örgütlenme sürecinin kendisine yönelik tasarruflar değildi. Öne sürüldüğü gibi hiçbir yer değişikliği bu sürecin bir sonucu olarak gündeme gelmemişti, bu sürece bağlı bir işten çıkarma yaşanmamıştı. Bu konuda kamuoyunda şirket yönetimine çok fazla haksızlık edildiğini ve bunun bir yıpratma politikasına dönüştürüldüğünü belirtmek isterim.

Yeni sendikal dönem başlamış ve şirket çapında tamamen belediye çapında da sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme düzenine geçilmişti. O günlerden bugünlere gelen personel yapısı çok büyük oranda bu dönemde şekillendi demek doğru olur. Bu yeni yapılanmayla büyük oranda kaynak kıtlığından değil, iç bürokratik çekişmeler nedeniyle maaşların geç ödenmesi sorunu da çözülmüş oldu.

Kreşler Sil Baştan!

Önceki dönemden gelen kreş yapılanması en fazla taşeronlaşmanın yaşandığı belediye işyeriydi. Aynı zamanda kapalı ve otoriter yapısı ile verdiği hizmetler sempatik bulunuyor, parti kamuoyu tarafından süreç anlaşılmadığı için de kısmen onay görüyordu. Bu nedenle Sağlık Müdürlüğü’ndeki yönetim değişikliği gecikti. Temmuz ayında geç de olsa yeni yönetim oluştu. Bu nedenlerle Çankaya Belediyesi’nde o yıl kreş hizmeti 1 ay geç başlamıştı. Personele üniversite mezunu çocuk gelişimcilerin takviye edilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın standartlarının yürürlüğe konması, gıda tedarik yöntemlerinin, eğitim programının, materyallerinin ve pedagojik yönelimin değiştirilmesi ve mevcut personelin rehabilitasyonunun ve meslek içi gelişiminin desteklenmesi ile kreşler adeta yeniden hayat buldu.  

Gazete Ç çıkıyor!

O günlerde yeni başlayan ve ortalığı kasıp kavuran Ankaralı bir polisiye TV dizisine de ismiyle gönderme yapmayı hedefleyen Gazete Ç yayın hayatına başlamıştı. Sokaklarda dağıtılan, ilçenin belli başlı yerlerindeki stantlarda bulunan bir süreli yayın denemesi olarak Gazete Ç Çankaya için bir ilkti. Bu yazının yazıldığı sıralarda gazetenin 114’üncü sayısının yayınladığını görmek güzel gerçekten. Bu sayılardan 62’si bizim dönemimizde yayınlanmıştı. Gazetenin ilk sayısından sonra birkaç yıl ilk sayfanın karikatürlerini çizen “Derya Kuzuları” bandı ile tanınan usta Derya Sayın da gazeteye gerçekten renk katmıştı. Buradan saygı ve rahmetle anıyorum kendisini…

Kadın Temizlik İşçileri Projesi kapsamında 100 kadın işçi göreve başlatıldı.

Temizliğe Kadın Eli Değecek: Kadın Temizlik İşçileri Projesi

Belediye yönetimi olarak temizlikte özelleştirmeyi en aza indirmek eğilimi hâkimdi. Bu çerçevede ilk yıl içinde merkez temizliği firmadan alınıp belediye işçileri ve araç gereci aracılığıyla yapılmaya başlanmıştı. Bu çerçevede Kızılay’ın Kolej’den Meşrutiyet’e, Sakarya’dan Yüksel’e kadar kentsel mekân kalitesi artmış, firmanın başıbozuk uygulamalarından kurtulunarak temiz bir kent merkezine doğru sağlam bir adım atılmıştı. Çünkü firma konuya çöp toplama değil adeta çöp hafriyatı gözüyle bakıyordu. O yılları yaşayanlar, Mülkiyelilerin ve SSK Pasajının önündeki çöp dağlarını eminim hatırlayacaktır.

Bu süreci desteklemek ve sadece erkeklerden oluşan ve belli bir yaşı geçmiş belediye personeline ek olarak kadın personelin işe başlatılması kararı ile daha önce hiç sosyal güvenceli işte çalışmamış 100 kadın belli eğitimler ve uyum sürecinden sonra işe başlatıldı. Kadınlar işe duydukları sadakat ve titizlikleri ile bütün Çankayalıların ve tüm Türkiye’nin takdirini topladılar. Birçok belediye o dönemde benzer istihdam projeleri yaptı. Bu projede çalışan kadınlar dönemin bitmesinin ardından bir yıl içinde bina içi temizlik hizmetlerine çekilerek proje sonlandırıldı.

Kadın Temizlik İşçileri projesinin yanı sıra Rehberlik Personeli Projesi ve istihdam politikası ile Çankaya Belde Aş çalışanlarının yüzde 70’i kadın olan bir şirket haline gelmişti. O günlerde iş sahibi olan birçok kadının artık emekliliğe yaklaştıkları yolculuklarında bu sürecin hayatlarına katkılarını görmek mutluluk verici.

ÇAÇOY ve ÇENGEL 2

Belediyenin çok bilinen 15 kadar engelli gencin istihdam edildiği Çengel Projesi vardı dönem başlarken. Kolej binasında okulun kantini olarak bilinen yerde faaliyet gösteren bir kafe idi bu projenin uygulama alanı. Bu proje Kolej binasının boşaltılmasının ardından Maltepe yerleşkesinde bir süre devam etti. Öveçler’deki Sosyal Projeler Merkezi’nde de ise Çengel2 adıyla devam ediyordu. Bizden sonraki dönemde şu anki belediye binasının Sakarya cephesine taşındı.

Sosyal Projeler Merkezi’ni kurduktan sonra dönemin Belediye Meclis Üyesi Ertuğrul Şenoğlu’nun önerisiyle Belediye Meclisinde uygulama kararı alınan ÇAÇOY (Çankaya Ahşap Çocuk Oyuncakları Atölyesi) projesini de düşünerek bir mekânsal planlama yapmıştık. En altta bir atölye kurmuş, giriş katını da sergi-satış alanı olarak düzenlemiştik. Bir Frankfurt gezisi düzenleyerek oyuncak tasarımlarını bu alanda 150 yıldır faaliyet gösteren Frankfurt Belediyesi kuruluşu Praunheimer Werkstätten’ten ücretsiz olarak almıştık. İŞKUR’un da finansman katkısını aldığımız projede 150’den fazla engelli gence korunaklı atölyemizde kurs verdik. Engelliler evlerinden araçlarla alınmış, öğlen yemeği ve sosyal etkinliklerle desteklenen bir eğitim programı ile MEB müfredatında bu projenin bir çıktısı olarak oluşturduğumuz “Ahşap Oyuncak Ustalığı” almışlardı. İçlerinden 16’sı da büyüyen şirketin artan personel sayısı nedeniyle mecburi hale gelen engelli kadrolarında istihdam edilmişlerdi. Büyük bir geri dönüşü olan ve ses getiren bu projede gerçekten piyasada rekabet edilen ve talep edilen oyuncaklar üretiliyordu. 2012 yılında bu proje en küçük bir kulis çalışması olmadan Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği’nin “En İyi Sosyal Proje Ödülü”nü almıştı. Bu proje dönem bitişinin ardından birkaç sene içinde tasfiye edildi.

Ahlatlıbel, Lozan Park’tan Vedat Dalokay’a Kadar Tüm Tesisler Yeniden Ele Alındı… 

Çankaya Belediyesi’nin en gözde tesisleri Ahlatlıbel ve Lozanpark bu süreçte atıl duruma düşmüş, tüm donanımları adeta sökülerek boşaltılmıştı. Bir yandan tesisler belediye bünyesine alınmaya çalışılırken bir yandan da faaliyete geçilebilmesi için çalışmalara hızlıca başlandı. Elde bir bütçe de olmayınca işletmeler için reklam-sponsorluk anlaşmaları yapıldı. O yıllarda içki-içecek firmaları ile anlaşma yapmak ve markaların ürünlerini satmak koşulu ile onların mimarı proje tasarımları ile markalarının bulunduğu her türlü mobilya servis malzemesi temin edildi.

Tesisler yeniden Ankaralıların hizmetine girdi. Belediye işletmeleri tesislerde fiyat rekabeti yaratıyor ve fahiş fiyatların önüne geçiyordu. İşletmelerin yüksek sezonları yaz ayları ve bahar ayları ile sınırlıydı. Bu işletmelerin kiralama yöntemiyle işletilmesi düşüncesi ideal bir yöntem gibi sunulsa da mümkün olduğunca bu tesislerde kamu işletmesi bulundurmak toplumcu belediyeciliğin gereğiydi.

Tüm bunlar devam ederken Çankayalılarca çok yoğun bir şekilde kullanılan Vedat Dalokay Nikah ve Kokteyl Salonu’nun da kangren haline gelmiş altyapı sorunlarını çözmek ve yenilemek fırsatı olmuştu.

Son Söz Yerine

Çankaya Belde AŞ’nin toplumcu belediyecilik yolculuğu 2009-2014 döneminde Bülent Tanık başkanlığında gerçekleşen Çankaya Belediyesi faaliyetlerinin omurgasını oluşturmuştu. Bu süreç bir çırpıda yazdığım gibi yaşanmadı doğrusu; birçok heyecan, umut, umutsuzluk, hayal kırıklığı, başarı ve başarısızlıkları ile dolu bir süreçti. Ama bu yaşananları anlatmak metne dökmekle kendi adıma bu süreçte verdiğim tüm emeğin bir belgesini oluşturmak benim için mutluluk vericiydi.


Belediye Hizmet Binasına Dair Bir Küçük Hatırlatma

Bu dönemde gerçekleşen Çankaya Belde AŞ faaliyetlerinin dışında Çankaya Belediyesi hizmeti olarak gerçekleşen bir dizi yapıt da bu günlere ulaştı. Bunlar arasından Belediye Hizmet Binası’nın ne kadar önemli bir kazanım olduğunun altını çizmek istiyorum. Şu anki Belediye Hizmet Binası’nın SSK İşhanı’ndan dönüştürülmesinin ne kadar önemli bir kentsel kazanım olduğunu, merkeze canlılık ve güvenlik kattığını, Çankayalıların belediye hizmetine erişimini ne denli kolaylaştırdığını bir kez daha hatırlatmak istedim. Bu sürecin de belgelenmeye anlatılmaya muhtaç olduğunu belirtmek isterim. Bu binayı belediyeye kazandıran başta Başkan Bülent Tanık olmak üzere, kararlarda ve tapuda imzası olan herkesin eline, emeğine sağlık