Mahalleden tanıdık yüzler “Ayrancı’da Bir Apartman”
Adı Ayrancı olan bir kitapla karşıladınız bizi. Kitap nasıl oluştu, neden Ayrancı?
Ben küçük bir kasabada büyüdüm, Sivas’ın Kangal ilçesi. İlçenin Kangal Gündem isimli bir yerel gazetesi var, ben de üniversite yıllarında o gazeteye çocuklukta oynadığımız oyunları, çocukluk anılarımı köşe yazısı olarak yazıyordum, kasabanın terzisiyle, fotoğrafçısıyla röportajlar yapıp yayınlıyordum. İlk kitabım “Kurusırt’ın Ardı” o yazılardan oluştu.
Liseyi yatılı okudum Sivas’ta. Ulusal gazete ve dergilerde yazmaya başlayınca da bu yılların anılarını köşe yazısı olarak yazmaya başladım. Sivas’taki mahallemizin çay ocağı, orada vakit geçirdiğimiz mekânları, mahallenin delilerini, lisedeki hocalarımızı yazdım. İkinci kitabım “Evden Uzakta” da böyle oluştu. Ben aslında her an mekânları ve insanları gözlemliyorum; mekânlar ve insanlar üzerine yazmayı seviyorum.


Ankara’ya da 2001 yılında üniversite için geldim. İlk geldiğimde Batıkent’te oturdum. Orası biraz daha site formunda tabii; sonrasında Bahçelievler’de, Esat’ta, Cebeci’de, Emek’te oturdum, bu semtlerde çeşitli vesilelerle vakit geçirdim. Yine hem mekân hem insan gözlemleri yapıyordum ama aktif olarak yazdığım bir dönem değildi. Sonra 2015 gibi Ayrancı’da oturmaya başladım, Tomurcuk Sokağı’nda. Ayrancı’nın çok orijinal bir mahalle havası ve mahalle durumu var, korunmuş bir şey. Mesela esnafla mahallelinin ilişkisi, yani kasabın herkesi tanıması, bir şey istediğiniz zaman onu ayarlayıp geldiği zaman size haber vermesi, taksi duraklarının sizin rutinlerinizi bilip ona göre taksi ayarlaması. Bu tip mahalleliyle mahallenin kendi dinamikleri Ayrancı’da hâlâ devam ediyordu. Bunu çok fazla yerde görmedim ben. Ankara’nın diğer semtlerinde oturduğumda da görmedim.
Bu gözlemler beni yeniden yazmaya itti. Fakat bu defa diğer kitaplarımdaki deneme üslubundan çıkıp, yarı kurgu hikayeler şeklinde oldu.
Ayrancı’nın beni yeniden yazmaya çağıran ruhu, kendimi rahat hissetmemi sağlayan atmosferi nedeniyle bu kitap bir Ayrancı kitabı oldu.
Kitapta sekiz mahalle var anlattığınız, niye Ayrancı’yı diğerlerinden öne çıkardınız?
Ankara’nın bence özü korunmuş birkaç semtinden bir tanesi hâlâ Ayrancı. Mahalle yaşantısı anlamında korunmuş bir durumu var, benim vakit geçirdiğim mekânlara çok yakın, Tunalı’ya, kitapçılara, yürüme mesafesinde. O yüzden Ankara deyince aklıma artık bir anlamda Ayrancı geliyor. Kendimi Ayrancı’da iyi hissediyorum.
Bu kitap, her ne kadar diğer semtlerdeki hikayeleri anlatsam da benim için Ayrancı ile özdeşleşti. Kitabın içindeki hikayelerin hepsi farklı semtlerde geçse de aslında hepsinde biraz Ayrancı var. Mahalle ruhunu koruyan, kendine özgü bir döngüsü olan her semti Ayrancı’ya benzetiyorum. Kitapta anlatılan Emek de Bahçelievler de aslında bu anlamda biraz Ayrancı sayılır.
Aşağı yukarı bütün hikayelerde komşuluk ettiğim insanları anlatıyorum. Bu anlattığım hikayelerin hepsinin hem kurgu hem gerçek tarafları var ve hepsinin dokunulabilir olduğu bir yer Ayrancı. O yüzden kitabın omurgasını da Ayrancı oluşturdu. Okuyanın da anlatılan hikayelerde alacağı hisleri bulabileceği tek yer bence Ayrancı. Bir de tabii “Ayrancı’da Bir Apartman” hikayesinin özel bir yeri de var benim için, o hikâye Semizotu’nun hikayesi…

Bu kitap aslında bir Semizotu kitabı anladığım kadarıyla.
Evet. Yani Semizotu’nun kitapta etkisi çok fazla. Semizotu hayatıma girdiğinden beri bütün hayatım değişti. Semizotu’yla birlikte Ayrancı’da gezerken bir yandan da gözlem yapıyoruz. Tomurcuk Sokak’tan buraya gelirken yol üzerinde bir mahalleyi gözlemleyebiliyorsunuz. Birebir tanışıklığınız olmasa da tanıdık simalarla selamlaşıyorsunuz, Semizotu bayağı popüler burada. Ayrancı hayvansever bir mahalle aynı zamanda. Yani hayvanların rahatlıkla sosyalleşebileceği o anlamda komşuluk ilişkilerine çok alan açan bir yer.
O anlamda benim edebiyata bakışımı da etkiledi, hayata bakışımı da değiştirdi. Semizotu ve Ayrancı zaten ayrılmaz bir ikili artık.
“Yazılarımın birçoğunu yürürken yazarım. İlk anda garip gelebilir ama Ayrancı yürünebilir bir yer. Yanında bir köpekle yürümek için Ayrancı buna da zemin sağlayan bir yer. O nedenle yürüme mesafesi insanın yaşadığı yerle, hayatla ilişkisini çok belirleyen bir durum diye düşünüyorum.”
Bütün bunları anlatırken yürüme mesafesini vurguluyorsunuz. Yürümekle ilgili olan kısmını biraz açacak olursak, yürümeyle, o semtle, o mahalleyle kurduğunuz ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Yazılarımın birçoğunu yürürken yazarım. Aslında birçok yazarın ortak tecrübesi bu. Yürürken bir yandan cümleler, yazının üslubu, omurgası şekillenir, hikayeler yavaş yavaş oluşur.
Semtin de buna izin veriyor olması çok önemli. Yani hem araç trafiği hem sokakların ve kaldırımların buna uygun olması, yerleşimin buna uygun olması çok önemli. Bu her yerde mümkün olan bir şey değil. Birincisi, yani bu kulağa belki ilk anda garip gelebilir ama Ayrancı yürünebilir bir yer. Ankara’nın birçok yerinde yürümek mümkün değil. İkincisi ben Ayrancıda yürürken genellikle Semizotu ile yürüyorum. Yanında bir köpekle yürümek için yine mekânın buna izin vermesi lazım. Ayrancı buna da zemin sağlayan bir yer. Ankara’nın birçok yerinde bu da mümkün değil.
Yürümek ve yazmak birbirini besleyen paralel süreçler. Ayrancı buna çok zemin sağlayan bir yer. Yürürken mevsimlerin dönüşünü görmek, yaprakların sararması, kar yağması, dalların yeşillenmesi, yürüme yolu üzerinde bunlara şahit olmak bence bir şehirde yaşamanın en güzel tarafları.
Bunların tamamen kaybolduğu yerler var artık. Bazı siteler tamamen yapay, farklılaşmış ve kendi çevresinden kopmuş yerler. Yürüyüş parkurları var ama burada yürümek de anlamsız geliyor. Yürümek için hayatın içinde olmak gerekir. Ayrancı yürümek için bu anlamda çok keyifli bir şey.
Böyle bakınca, yürüme mesafesi durumu da benim için çok önemli. Ben toplu taşımayı kullanıyorum ama sevmiyorum. Çok uzak bir mesafe değilse yürümeyi tercih ediyorum. Ayrancı’dan Tunalı’ya inip orada yürümek ya da Kızılay’a yürüyüp kitapçıları gezip tekrar buraya yürümek mesela. Benim için çok keyifli bir yolculuk. Favori sokaklarım var; Güvenlik’ten aşağı inerken Meclis’in yanından Kızılay’a doğru indiğim sokak mesela. Estetik olarak da güzel bir yer. Şehrin bütün hengamesi ve gürültüsünün bir noktada kesilip birden sessiz ve sakin bir alana geçtiğiniz yerler var. O nedenle sorunuzun cevabı, yürüme mesafesi insanın yaşadığı yerle, hayatla ilişkisini çok belirleyen bir durum diye düşünüyorum.
Yürümek sizin komşuluk ilişkilerinizi geliştiriyor anladığım kadarıyla.
Ben küçük bir kasabada büyüdüm, herkesin birbirini tanıdığı bir yerdi aslında. Sonra Sivas’ta yaşadım ama Sivas da nispeten herkesin birbirini tanıdığı bir yerdir. Ankara’ya geldiğimde hiç kimseyi tanımadığım bir yere düşmüş oldum. Yani benim aslında yetişkinlik sürecine geldiğim esnada önemli bir tecrübem birden sıfırlandı; kimsenin kimseyi tanımadığı bir yerdeyim artık.
Bunun şöyle pratik sorunları oluyor. Ben Sivas’ta veya Kangal’da öğrenciyken cebimde para olmadığında herhangi bir şey için endişelenmeme gerek olmazdı. Arkadaşımın evi o civardadır girer karnımı doyururum ya da başıma bir şey geldiyse yardım istemek için hemen ulaşabileceğim birileri vardır.
Ankara’ya geldiğimde bunlardan tamamen sıyrılmış bir yere düştüm. Yani hiç kimseyi tanımıyorum ve bir de sosyal birisi değilim yardım istemekte zorlanırım. Bir yandan da böyle tedirgin edici bir noktaya evrildim.
Ayrancı’ya gelince yeniden güven hissini aldım. Yani herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğunda etrafta birileri vardır. Hiçbir şey olmasa taksi durağındaki arkadaşlardan ya da esnaftan bir şeyler talep edebilirsiniz. Bu benim için büyük bir aşamaydı. Komşuluğu yeniden keşfettim bir anlamda. Yetişkinlik hayatıma denk gelen kaybettiğim bir şeyi yeniden bulduğum bir alandı. Mahallede Semizotu ile gezerken benim tanımadığım insanlar Semizotu’nu tanıyor. Öyle olunca selamlaşacağımız bir mesele de oluyor. Bu da aslında çok önceden var olan ama kaybettiğimiz bir şey. Yani sokakta sürekli tanımadığınız insanlardan tedirgin olmakla tanımasanız bile selamlaşabileceğiniz bir durumun olması çok farklı. Hayatı çok zenginleştiren bir şey.

Kitabın arka kapağında da, tanıtım yazısında da var bu yenilik kavramı. Yeni şehir, yeni mahalle, her şeyin yenisine olan ilgi. Biraz oradan Ayrancı’ya bakabilir miyiz?
1950’lerin Ankara’sı ile 2000’lerin Ankara’sı tabii ki aynı değil.
Gölbaşı’nda yaşıyorsanız Gölbaşı’nın Sakarya’nın bir mahallesinden çok bir farkı yok. Yani Gölbaşı’nı oradan alıp Sakarya’ya koysanız aşağı yukarı aynı yer. Fakat Ayrancı, Ankara’dan alıp başka bir yere koyabileceğiniz bir yer değil. Dolayısıyla Ankara’nın sosyal yaşantısı Ayrancı’da bütünüyle var. Bu 1940’lardan 50’lerden beri aslında gelişen bir şey.
Sözlü tarih çalışmalarından çok yararlandım bu kitap için. Ankara üzerine yazılmış kitapları, makaleleri karıştırdım.
Okuduğum sözlü tarih çalışmalarında burada yaşayan insanların hatıralarına baktığımda bazı noktalar çok özenle korunmuş ve bazı noktalar da zamana yenilmiş. Yani yeni yapılan mimar apartmanları yok artık, müteahhitlerin 3-5 ayda birbirinin kopyası olarak diktiği apartmanlar var. Ama hâlâ bazı sokaklarda 1950’lerde, 60’larda yapılmış ve mimarını bildiğiniz apartmanlar var. Yapıldığından beri aynı apartmanın ayrı dairesinde oturan insanlar var. İkinci kuşak, üçüncü kuşak dönmüş. Belki o insanların çocukları oturuyor, torunları oturuyor ama sahiplik aynı kalmış. El değiştirmemiş ama eskimiş değil. Çünkü hâlâ hayatın içinde ve içinde hayat devam ediyor. Bunlar mesela şehir hafızası için çok önemli. Bunun da korunduğu yerlerden birisi Ayrancı.