Bir bardak çayın mahalleyi birleştirdiği yerdi Dem Kafe

Bir mahalle düşünün bir kafenin etrafında kaynaşmış, bir kafe düşünün bir mahalleyi sarmalamış…

Sosyal medya hesabının başlığında “Dem küçük bir mahalle kafesi, 7 yıldır değişmeyen kalitesiyle sunduğu kahvaltısını mutlaka denemelisiniz” yazıyordu. Pandemiden beş ay önce kapanmış olmasına karşın, sıcacık hatıralarıyla hafızalarda yer etmiş bir mekân olan Dem Kafe nasıl açıldı, nasıl yaşadı, nasıl değişti, nasıl dönüştürdü? Tüm bu soruları bilmeyenlere “bak böyle bir yer vardı” demek için, bilenlere de tekrar anımsatmak istedik.

Murat Özdağ

Bu çerçevede Dem Kafe’nin sahibi, emektarı Murat Özdağ ile telefonda görüşüyoruz. Kendisi ile Ayrancım Gazetesi için Dem Kafe üzerine konuşmak istediğimi belirtiyorum ve büyük bir nezaketle kabul ediyor bu isteğimi. Ardından hemen bir program yapıyor, birkaç gün sonra da Emek Kafe’de bir araya geliyoruz. 

DTCF (Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi) İtalyan Dili mezunu olan Murat Bey sohbetimiz sırasında kendini yirmi beş senedir Ayrancı’da oturan bir Ankaralı olarak tanımlıyor. İş hayatında bağımsız olma, sadece kendine hesap verme isteğinden dolayı bir kurumda çalışmaktansa uzun yıllar ticaretle uğraşmış olduğunu ve son deneyiminin tatsız sonuçlanmasının ardından bir süre geriye çekildiğini ve ne yapabileceğini, ne yapmak istediğini düşündüğünü anlatıyor. 

Bu süre zarfında oturduğu Gerede Sokak’ta, evinin karşısındaki binanın alt katında yer alan dükkânın sürekli el değiştirdiğini, kim gelirse gelsin bir türlü düzen kuramadığını ve sonunda dükkânı kapattığını gözlemliyor. 

Hatta yıllar sonra bir komşusunun şöyle söylediğini anımsıyor gülerek: “Biz iddiaya girmiştik senin için. Biri üç ay sonra, bir diğeri beş ay sonra kapatır dedi. En uzun süre veren bendim ve sekiz ay sonra kapatır demiştim ama bak sen hepimizi yanılttın ve sekiz yıldır bu kafeyi işletiyorsun”.

Karşı dükkânın tekrar boş kalması üzerine “ben neden burada bir şey yapmayayım” diyor ve burayı yemek yapmayı da sohbeti de sevdiği için bir kafeye dönüştürmek istiyor. Ancak gel gör ki bir engelle karşılaşıyor: baca olmadığı için burada yemek yapamayacağını anlıyor. Ancak vazgeçmek olmaz, yemek pişirilmeyebilir ama şahane kahvaltılar hazırlanabilir. Sonrası badana, boya, tezgâh ve bilumum hazırlık aşaması. 

Aslında yapmak istediği, hayata geçirmek istediği bir kafeden çok bir mahalle kültürünün yaratılmasına vesile olmak. Mahalleye ilk geldiğinde, sokakta ya da apartmanda karşılaşan insanların birbirini tanımadığı için “günaydın” demekten imtina etmesini, göz teması dahi kurmaktan sakınmasını yadırgıyor. Ve zamanla nasıl bir değişim yaşandığını Dem Kafe üzerinden anlatmaya devam ediyor Murat Bey.

Dem Kafe’yi açtığımda ilk ziyaretçilerimiz tüm ailesiyle birlikte üst kat komşum kalp cerrahı Prof. Dr. İrfan Taşoğlu olmuştu” diyor. Sonraki yıllarda ilk ziyaretçi olmanın dışında Murat Bey’i kafede çalışırken geçirdiği kalp krizi sonrası hayata döndüren kişi de sevgi ve saygıyla andığı bu komşu oluyor. 

Henüz mahalleden kimse gelmeye başlamamışken ilk müşteriler dışarıdan gelen insanlar, hatta oğlu Can’ın kreşten arkadaşlarının aileleri oluyor. Hazırlanan kahvaltılar “sıradan” olmasına karşın özenle seçilmiş malzemelerden oluşuyor. Reçeller evde Murat Bey tarafından hazırlanıyor, domateslerin kabukları soyuluyor, zeytinler, peynirler en iyilerden, zeytinyağları en kaliteli olanlardan alınıyor. Öyle ki bu kahvaltıların lezzeti Ankara sınırlarını aşıyor ve merak eden insanlar buraya uğrayıp kahvaltısını yapmadan gitmiyor. Bu konuda ekşi sözlükte yer alan bir yazı dâhi var: “…kahvaltıda sigara böreği, sosis, salam, patates kızartması gibi kalp damar tıkanıklığı veya kansere sebebiyet veren şeyler yok… sağlıklı, taze, ev yapımı ürünler yemek isteyen gitsin. Klasik kahvaltı ürünleri dışında zeytin yağı var, zahter var, bal var, kaymak var, ev yapımı reçel var. Yumurtayı o an haşlıyorlar; o yüzden içi yeşermiş yumurta gelmiyor. Kayısı kıvamında yumurta haşlayan tek yer olabilir. Çay termosla. Fiyatı kişi başı 25 lira”… Tabii bu rakamlar şu an bize hiçbir şey anlatmıyor olabilir ancak aradan geçen az bir zamanda alım gücü anlamında ne kadar geriye düştüğümüzün de bilgisini taşıyor. 

Oluşan güven duygusu insanların çocuklarını Murat Bey’e emanet etmesine kadar varıyor. Okuldan gelen çocuğunu servisten alması ve Dem’de karnını doyurmasını rica edenlerin sayısı artıyor. Yavaş yavaş mahallelinin de uğrak yeri olmaya başlayan Dem Kafe’den kahvaltı dışında öğle yemekleri de hazırlaması isteniyor, hatta bu konuda yoğun bir talep oluşuyor. Ancak mutfakta bir baca olmadığı için yemek pişirmenin olanaksızlığı Murat Bey’in kararlılığı karşısında yeni bir çözümü de beraberinde getiriyor. Böylece karşı apartmanda yer alan evinin mutfağında yemek pişirmeye başlıyor. Yemekler evde pişiriliyor ve tencereler ile dükkâna taşınarak, benmari usulü sıcak kalması sağlanıyor. Üç kap yemek 15 liraya satılmaya başlanıyor. Amaç sadece para kazanmak değil elbette; bir mahalle kültürü yaratıp bu küçücük sokakta hoş sohbet eşliğinde hep birlikte yemeklerin yenmesi ve tanışıklıkların artması. 

Sayısız doğum günleri ve kutlamalara ev sahipliği yapan mekânda bir süre sonra Dem Kafe dostları ve Murat Bey yeni bir uygulama başlatıyorlar: Komşuda Pişer Bize de Düşer! Her hafta Cuma günü, isteyen bir komşu oluşturduğu menü kapsamında o günün yemeğini pişiriyor. Malzemelerini Murat Bey alıyor ve yemeği yapacak olan komşuya teslim ediyor, yemekler hazır olunca da kafeye getiriliyor. Önceden rezervasyonunu yaptırmış olan komşularla birlikte yemekler yeniyor. Hem karınlar doyuyor, hem sosyalleşiliyor hem de bir dayanışma ruhu ortaya çıkıyor… Daha ne olsun!

Dem Kafede “Komşuda Pişer” akşamı

O günlerde bir komşunun “Bir kısım acemi aşçı” imzasıyla kaleme aldığı bir yazı da bize çok şey anlatıyor: “Uyan, çocuğu uyandır, kahvaltı hazırla, kreşe uğra, işe git, çalış, işten çık, alışveriş yap, çocuğunu al, eve gel, yemek yap, yemek ye, televizyon izle, arabacılık/evcilik oyna, dişlerini fırçala, yat… 

Taşınacaktım… Ev arıyordum… İşime yakın olsun, merkezi olsun, çarşı pazarı olsun, yeşili bol olsun istiyordum. Bu kriterlerde bir ev bulup taşındım. Artık yukarıdaki rutini bu evde yaşamaya devam ediyordum. Sonra bir gün sokakta bir hareketlilik oldu. Sokağımıza bir cafe açılacakmış. Tabelalar, masalar, sandalyeler derken sonunda hakikaten açıldı. Sabah kalkıp kreşe ve işe giderken yanından geçtiğim, boş dükkânın önündeki çiçeklerle güne başlıyordum artık. Akşam dönerken de o boş dükkân çay kahve içen bir şeyler atıştırıp sohbet eden insanlarla dolu oluyordu.

Kafelerin insana huzur veren bir yanı vardır. Lokanta gibi değildir kafeler. Karnını değil de ruhunu doyurmaya gidersin. Bir çay, bir kahve ama daha mühimi biraz yavaşlamak, iki çift laf etmek, günlük koşturmacanın üzerinde yarattığı toksik etkiden biraz olsun arınmak için… kâh yalnızlığının tadını çıkarmak için, kâh iki dost kelamı duymak için…

Dem cafe sokağımıza geldiğinden beri, sokağımızın çehresi değişti. Yıllardır aynı sokakta, aynı mahallede oturduğumuz ama hiç karşılaşmadığımız, tanışmadığımız komşularımızla biz yan yana geldik, aynı masada buluştuk, dost olduk, arkadaş olduk… Çocuklarımız bilgisayar, televizyon karşısından kalkıp sokakta oynamayı keşfetti. Dostları, arkadaşları oldu… Dem cafe olmasaydı bu sokak yine yeşil bir sokak olmaya devam edecekti… Şimdi Dem cafe var ve bu sokak rengarenk… Demli bir çayla, güzel bir kahvaltıyla ağız tadıyla yenen bir tostla, öğlen sakin sakin yenilen yemekle, dost sesleriyle, çocuk kahkahalarıyla boyanıyor sokağımız her gün onun sayesinde.

Hayatı paylaştığımız bu yerde biz bir kısım acemi aşçı olarak yemeklerimizi de paylaşmak için bir adım atmak istedik ve “Komşu da Pişer Bize de Düşer” ismiyle bir Cuma akşamı geleneği başlatmak üzere harekete geçtik. Cuma akşamları tüm dostlar akşam yemeğinde buluşuyoruz. Her hafta gönüllü bir komşumuzun hazırlayıp pişirdiği menüyü tadacağız. Elimizin hamuruyla aşçılığa soyunacak, ortaya çıkardığımız lezzetleri keyifli sohbetlerimize katık edip yiyeceğiz.

Hepinizi yemek yapmaya ve yemek yemeye ama en çok da hayatı paylaşmaya davet ediyoruz”. 

Yıllarca devam eden, bir vakitler aynı sokağın sakinleri olmalarına karşın selam vermeden geçen insanları aynı sofrada buluşturan, yepyeni dostlukların yeşermesine zemin hazırlayan Dem Kafe bir süre sonra ekonomik zorlukların kapıyı çalmasıyla sona eriyor ve unutulmaz bir mahalle hatırası olarak o günleri deneyimleyen insanların hafızasında yaşamaya devam ediyor…


Hande İnal Altuntaş

“Komşuluk için sıcak bir yuva oldu”

Hande İnal Altuntaş

İstanbuldan Ankaraya taşındığımda Gerede sokak ahalisine karıştığım zamanlarda Dem cafe ile tanıştım. Hemen yanında dükkanımı açtığım ilk günden Dem cafenin kapandığı güne kadar komşuluk, mahalle kültürünü yaşatması ve birleştiriciliği ile her zaman bana sıcak bir yuva olmuştur.Çoğu dostluğumuzu çay ve kahve eşlikçiliğinde bu kafede kurduk. Murat’ın ve Dem cafenin hiikayesi hiç bir zaman bitmeyecek.

Levent Aygün

“Arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet devam ediyor”

Levent Aygün

2013 senesinde Ayrancı’ya taşındım ve Dem Cafe ile tanıştım. Daha önce hiçbir yerde görmediğim bir misafirperverlikle karşılaştım. İşletmecisi ve sahibi Murat ile kısa zamanda arkadaş olduk.

Kafe gün içinde herkesin uğrak yeriydi ve akşam iş dönüşleri kafede mutlaka mola verilir, eve gitmeden önce çay içilir ve komşularla sohbet edilirdi. Murat’ın ayda bir düzenlediği komşu yemeği, sinema akşamları ve pazar sabahı kahvaltıları bize mahalleli olmamızı hatırlattı.

Şimdi Dem Cafe yok ama arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet hala devam ediyor. Teşekkür ediyorum. Özlüyorum…

Duru Örs: Bir mahalle orkestrası kurma hayalim var


“Bu neşeye ihtiyacımız var”

Ayrancı’ya hoş geldiniz. Ne zamandır Ayrancı’dasınız? Neler yapıyorsunuz burada? Biraz Ayrancı’yla başlayalım. 

Hoş bulduk. Ben Ayrancı’ya bir buçuk yıl önce geldim. İzmir’de yaşıyordum.

Buraya bir büyükelçilikte iş bulma vesilesiyle geldim. Geldiğim haftalarda Anıttepe’de bir arkadaşımın evinde kalıyordum. Ev aramaya işime en yakın yer olan Ayrancı’dan başladım. Çok tesadüfen Aşağı Ayrancı’da çok güzel, ağaçlara bakan bir ev buldum. Ayrancı’nın bu arka bahçelerinin yeşilliği olsun, binalarının eski mimarisi, mahallenin içinde her şeyi barındırıyor olması, ihtiyacınız olan her şeyin beş dakika mesafede oluşu, mahalle kültürünün canlı ve yaşıyor olması beni evimde hissettirdi. İşimden çıkıp yolumun üzerindeki yogaya gidip, alışverişimi yapmak, sokağımdaki kafelerden birinde mahallenin eski müdavimleri ile sohbet etmek beni mutlu ediyor.

Kendimi bir Ayrancılı gibi hissetme cesaretini gösteriyorum

Mahallede yaşayan insanların tipolojisi, farklılıkları da kendimi buraya ait hissetmemi sağladı. Kendimi çok iyi hissettirdi. Çok kısa süredir Ayrancı’da yaşıyor olmama rağmen kendimi bir Ayrancılı gibi hissetme cesaretini gösteriyorum açıkçası. Şu an herhalde başka bir mahallede, hatta Aşağı Ayrancı dışında bir yerde yaşayamam gibi hissediyorum. 

Ben sokaklarda, bilmediğim yerlerde çok yürüyorum. Ve gerçekten dakikalarca bir binanın önünde durup binaya baktığım oluyor. Oranın tarihini, hikayelerini hayal etmek, düşünmek bana keyif veriyor… Kesinlikle büyüleyici, sizi içine alan bir tarafı var Ayrancı’nın. Bana çok iyi geldi. 

Kitaplarla, seyahatlerle ve müzikle dolu bir hayatınız var gibi görünüyor, gerçekten böyle mi? 

Herhalde sanat olmasa çok keyifsiz olurdu hayat… Müziksiz, kitapsız  hayat çekilmiyor. Çünkü hayal kurmamızı, başka hayat tahallüllerini oluşturmamızı sağlayan şeyler bunlar.

Çocukluğumdan beri dil hep hayatımda oldu. Farklı diller öğrenmek hep ilgimi çekti. İngilizce öğretmenliğinden mezun olmuştum. İkibinli yıllardaydı, Ankara’da yaşadım bir süre. Beraber yaşadığım arkadaşlarım müzisyenlerdi ve onlarla beraber biraz müzik öğrenmeye ve enstrüman çalma hevesine girdim. Klarnet çalmaya başladım. 

Farklı kültürleri ve insanların değişik  yaşamlarını merak ediyordum. Başka ülkelerde insanlar bizim gibi yaşıyor olamaz, acaba nasıl yaşıyorlar, neler yapıyorlar sorusu sürekli kafamda dönüyordu.  Ama gitmek, görmek istediğim yer Avrupa değil de daha çok Latin Amerika’daki ülkelerdi. Hem de belki bir dil daha, İspanyolca öğrenirim niyetiyle 2002 yılında müzisyen bir arkadaşımla beraber Arjantin‘e gittik. Orada 10 ay kaldık. Sokak müzisyenliği yaparak hayatımı geçindirmeye çalıştım. Sokakta çalışan jonklörlerden top çevirmeyi öğrenip Arjantin’in kuzeyinden Bolivya‘ya geçtik. Bir ay sokakta tütsü satarak, trafik ışıklarında top çevirerek geçimimi sağladım orada.

Arjantin’de insanlar biraz daha mesafeliydi ve ekonomik koşulların zorluğu da oradan ayrılmaya itti. Bir Latin Amerika ülkesini biraz tanıyacak kadar yani birkaç yıl kalmak istiyordum. Türkiye’ye dönmeden önce Brezilya‘ya da bir uğrayalım, şansımızı bir de orada deneyelim dedik. Brezilya’ya o girişimle kalış o kalış 9 yıl Brezilya’da yaşadım. 3-4 yılım sokak müzisyenliği yaparak geçti. Yani gerçekten evsiz, yataksız, üstsüz başsız, tenceresiz bir şekilde yaşadım. 

Brezilya’da sokak müziği yaparken

Orada sokak müziği yaptığımızda gitarist arkadaşımla longaları, sirtoları çalıyorduk. Amacımız, longaları tek sesli değil de çok sesli olarak gitar-klarnet eşliğinde çalarak biraz tanıtmaya çalışmak hem Brezilya müziği öğrenmek hem sokak sanatçılarıyla beraber bir şekilde yaşayabilmekti. Sokakta çalarken, aslında bir Cdniz olsa satarsınız, para kazanmanıza yardımcı olur fikrini verdi birçok kişi bize. Hazırladığımız repertuarı Rio’da bir stüdyoda kaydedip Cdleri sokakta satarak bir yandan gelir elde etmeye çalışıyorduk. “Hora de sonhar” adındaki eski bir choro isminden alan bu albüm aslında tam da durumumuzu özetliyordu: Hayal kurma vakti. Hayatında hiç açlık çekmemiş, zor durumda kalmamış orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak çok büyük bir deneyim yaşadım orada. Çünkü sokakta enstrüman çalarak para kazanıp yaşamaya çalışmak çok büyük bir risk, aç kalma ihtimalini göze almanız gerekiyor. Kahvaltı yapacak parayı bulamadığımız zamanlar olabiliyordu. Oradaki hem Arjantinli jonglörler hem Brezilyalı sokak sanatçıları nasıl hayatta kalınır dersi verdiler yani bir bakıma. Açıkçası hiçbir  üniversitede bulamayacağım bu bilgiler müthiş  bir deneyim oldu benim için, parayla satın alınamayacak kadar değerliydi.

Dil öğrenmek amacıyla gitmiştim ama deneyimlediğim şeyler bana dilden daha fazlasını öğretti.   Dil öğrenmenin  yanı sıra farklı hayat biçimleri, insanların nasıl yaşadığı, dünyayı nasıl algıladığı, birbirleriyle, aileyle, çocuklarla, doğayla, şehirle nasıl ilişkilendikleri gibi çok farklı şeyler gördüm, çok etkileyiciydi.

Brezilya’da insanlar sokağı yaşıyor ve hayatın hep içindeler, hayat sokakta akıyor. Sokakta tüm duygular yaşanıyor; dans eden, müzik yapan insanlar, parklar, bahçeler her zaman dolu. Ekonomik anlamda zor durumda çok insan olmasına rağmen yaşam dolular. Her mahallenin kendine has ufak bile olsa bir bandosu, orkestrası veya korosu var ve bunlar parklarda, pazarlarda belirli günlerde çalıyorlar, mahallede yaşayan ve bir enstrüman çalanın hem bir çok şey öğrenebileceği, kendini geliştirebileceği hem de müzik yapabileceği gruplar bunlar.

Bu 9 yıllık süre içerisinde orada birçok yerde müzik çalışmaları yaptım. Doğaçlama dersleri, Brezilya choro, karnaval, samba, jazz müziği eğitimlerine katıldım. Son 5 yılım Rio’da geçti. Çocukluğumdan beri kitap okumaya bayılan bir çocuktum. Orada da Brezilya edebiyatıyla ilgilendim doğal olarak. Rio’dan önce yaşadığım Minas Gerais bölgesindeki Juiz de Fora Üniversitesi’nde Brezilya Edebiyatı kurslarına katıldım ve ülkenin yazın dünyasına da biraz bakıp tanıma fırsatım oldu. Yani hem müzik hem edebiyat aynı anda ilerledi. Türkiye’ye döndüğümden beri de Portekizce edebiyat çevirmenliği yapmaktayım ve Çevbir üyesiyim.

İngilizce biliyordum ama Latin Amerika’da İngilizce bilen insan çok az genel olarak. O yüzden mecbur kaldım İspanyolcuyu öğrenmeye çünkü kimseyle iletişim kuramıyordum. Arjantin’de 6 ayda söktüm İspanyolcayı. Türkler için İspanyolca biraz kolay çünkü yazıldığı gibi okunuyor telaffuz açısından büyük bir kolaylığımız var. Brezilya’daki 9 yılın sonunda da Portekizcem bir Brezilyalı gibi oldu. Çok içselleştirdiğim, çok sevdiğim bir dil. Hem müziğini  hem edebiyatını  çok seviyorum. 

Sokak müziği deneyiminiz planlı mıydı peki? Orada sokak müziği yaparız diye mi gitmiştiniz? 

Sokak müziği yaparız diye gitmiştik. Çünkü ben üniversiteyi bitirdiğimde akademik olarak başarılı bir öğrenci olmadığım için yurt dışına, master ya da ikinci bir okul okumak üzere gidemeyeceğim ortadaydı. Benim enstrüman öğrenmemin sebebi de para kazanabileceğim ve her yerde yapabileceğim bir yeteneğimin, bir işimin olmasını istememdi. Bu bakımdan müzik yapmanın daha işlevsel olduğunu düşündüğüm için enstrüman öğrendim.

Yurtdışına da o amaçla gittim. Elimde belli miktar biriktirdiğim bir para vardı ama altı ay sonra bitince sokak müziği yaparak yaşarım diye düşündüm. Ama tabii bu çok büyük bir risk aslında. Çünkü 25 yaşındaydım ve her şeyi kabullenerek, her türlü çileyi çekeceğimi bilerek gitmiştim. O zamanlar burada gördüğüm şeylerden çok sıkılmıştım. Başka şeyler görmek istiyordum ve bunun için her türlü bedeli ödeyebilirdim. 

Yokmuşuz gibi davranmamalıyız

Biraz müzikten devam edelim o zaman. Yani bu sokak müziği meselesi enteresan Türkiye için. Burada bir bağını kurabildiniz mi?

Ben 2014 yılında Türkiye’ye döndüm. İzmir’de yaşadım bir süre. O zamanlar tabii İzmir’de de, Ankara’da da çok fazla sokakta müzik yapan vardı, hâlâ var. Türkiye’ye döndükten sonra hiç sokak müziği yapmadım, orada deneyimlediğim anlamda bir bağ kuramadım açıkcası.

Ama 2017 referandum döneminde “Hayırdır Mahmut” diye bir parça yapmıştık kadın arkadaşlarla ve pazar yerlerine gidip pazarın içinde gezerek çalıyorduk. Kafamıza bir yumurta yer miyiz diye çok düşünüyorduk ama genelde halk da esnaf da sempatiyle karşılamıştı. Bir tek o dönemde sokakta çaldım döndüğümde, onun dışında çalmadım. Sokak müzisyenliğini Ankara’da çok görmüyorum ama İzmir’deki biraz kısıtlı bir şeydi. Hep aynı parçaların, aynı türlerin çalındığı bir şey. Bir ses oluyor, müzik oluyor ama çoğu insan için bunaltıcı da olabiliyor. 

Ben Brezilya’da genelde Türk müziği çaldım sokakta. Hem Brezilya chorolarını çalıyorduk, hem de Türk müziğinden longalar, sirtolar daha hareketli parçalar olduğu için çok ilgi görüyordu. Bir de orası müziğin sokakta var olduğu bir yer.

Burada devam ediyor mu müzikle mesainiz? 

Şu an müzikle ilişkim çok sınırlı  maalesef, evde kendi repertuarımı çalışmaktan ibaret, youtube eşlik videolarına çalıyorum, çalacak kişi bulamıyorum, insanların bir şey yapma isteği olsa da sanki gücü yok gibi. Profesyonel müzisyenler de doğal olarak geçim derdinde, sadece müzik yapmak için çalmaya vakitleri yok. İkibinlerde Ankara’da yaşarken arkadaş ortamında öğrenilirdi bir enstrüman çalmak, beraber çalmak, müzik yapmak diye bir şey vardı artık o kalmamış. 

Sokakta çalmak çok cesur bir tavır, bizim bu tavra ihtiyacımız var.  Bence sokakta çalmak en büyük sahne, bir konser salonundan ya da bir bar sahnesinden çok daha etkili bir şey. Sokaktaki müziğin şöyle güzel bir tarafı var; oradan o an geçen insan duyuyorsizi dinliyor ve sizin müziğiniz ona bir şekilde değiyor, her türlü tepkiyi verebilir, yanına o duyduğundan istediğini alıp götürebilir. Planlı olmayan tesadüfi bir birliktelik. Bu çok değerli bir şey. Benim için en büyük sahne sokak. 

Şimdi bunu yaparken para kazanmak amacı olmayan bir mahalle orkestrasının kurulup belli günler, belli saatlerde pazar yerlerinde, parklarda ufak bir repertuarla, amatör bir ruhla hayata geçirme hayalim var. Tabii ki öncesinde uzun sürecek provaların sonucunda buralara gelebiliriz.

Hayatımıza bir ses  katmaya  ve hep beraber olmaya  ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü son yıllarda çok yalnızlaştırılmış bir durumdayız. Bunun bize iyi geleceğini, birlikte olmanın gücüyle bu sessizliği yırtabileceğimizi düşünüyorum. Çıkışı bulamasak bile hep beraber olmak, paylaşmak, yan yana olmak bile yeter, yaşadığımız semte daha ait hissetmek ayrıca başka bir güzelliği olur.

Bir mahalle orkestrası hayaliniz mi var? 

Evet, bir mahalle orkestrası hayalim var. Mahalle çok sessiz, hep aynı parça çalıyor ve ben o parçadan çok sıkıldım.

Nasıl hayata geçer peki bu, var mı planınız? 

Mahalle orkestrası derken tabii kimsenin gözünü de korkutmak istemiyorum. Profesyonel müzisyenler de olabilir ama Ayrancı’da yaşayan, işi müzik yapmak olmayan ama enstrüman çalan ya da bir enstrümanla ilgilenenlerin kendini ifade edebilecekleri ve birlikte müzik yapabilecekleri bir ortam olmasını düşünüyorum.

Önemli olan bu. Çünkü bir enstrümanı çok profesyonel çalmadığımızda insanlar çekiniyor birileriyle gidip çalmaya. Müzik beraber yapılan bir şey. Ne kadar evde enstrüman çalsanız da, parça çalışsanız da birkaç kişiyle birlikte çalmanın keyfini tutamaz. O yüzden benim istediğim evlerinde oturan ve kendi kendine enstrüman çalan insanların çıkıp beraber bir parça üzerine çalışması. Yani çok mütevazi başlamayı düşünüyorum.

Bir parça seçeriz, bunu çalışırız. Hemen bir yerde gösteri yapalım hedefli değil. Öğrenmek ve kendimizi ifade etmek üzerinden yürüyerek şekillenecek bir şey bu.

Herhangi bir yaş sınırı yok, enstrüman sınırı yok, nota okumasını bilmek kolaylaştırıcı bir ön koşul olabilir, benim hazırladığım repertuara eklemeler yaparak çalışabileceğimiz, gelenlerin seviyesine, çalışma isteğine göre orkestranın yolda şekilleneceğini düşünüyorum. 

Bir piyanist ya da bir gitaristin ilk başta olması bir şans olabilir, armoni enstrümanı çalan bir müzisyenle temeli daha rahat kurabiliriz. Bakır üflemelilerden yaylılara her türlü enstrüman olabilir aslında ama genel olarak batı müziği ağırlıklı çalışacağımız ve sadece enstrümantal olacağı için, batı enstrümanları öncelikte.. Kim gelirse, kim orada çaba harcamak istiyorsa herkese kapılar açık.

Son olarak şunu ekleyebilirim. Bir şekilde var olmaya devam edeceksek eğer yokmuşuz gibi davranamayız. Ben her gün kendime bunu hatırlatıyorum; yokmuşsun gibi davranma. Çünkü biz varız, Ayrancıda çok güzel insanlar var, her gün ben onları görüyorum, istiyorum ki birbirimizin gözünün içine bakalım. Birbirimizi tanıyalım, beraber bir şeyler yapmanın gücü çok büyüleyici bir şey. İhtiyacımız olan biraz göğüs açıklığı, biraz gönül ferahlığı.  Bence buna değer, beraber toplanıp müzik yapmaya değer.

AYRANCI MAHALLE ORKESTRASINA KATILMAK İÇİN MAİL ATABİLİR YA DA FORMU DOLDURABİLİRSİNİZ

mahalleorkestrasi@gmail.com 

Mahalle, mahalle dediğimiz!

8. Kültürel Bellek Ankara Sempozyumu, Hacettepe Üniversitesi Tarihi ve Kültürel Mirası Araştırma Merkezi (HÜTKAM) tarafından 28-30 Kasım 2023 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Ankara Kent Konseyi salonunda ve Erimtan Müzesi’nde yapılan oturumlarda Ankara üzerine sunumlarını yapan çok sayıda konuğu ağırladı.

29 Kasım 2023 Çarşamba günü Çankaya’daki semt derneklerinin yer aldığı oturumda; 

Şevket Özgün; Küresel Salgın Sürecinde Bahçelievler Derneği

Fatih Fethi Aksoy; Çağa Uygun Dayanışma, Çağa Uygun Komşuluk: Çiğdemim Derneği

Ali Necati Koçak; Kent Hakkına Mahalle Ölçeğinde Bakmak: Ayrancım Derneği

Halil Yurtkuran; Kültürel Bellek ve Kavaklıderem Derneği

konuşmaları yapıldı.

Kent hakkına mahalle ölçeğinde bakmak: Ayrancım Derneği

Kent hakkı günümüzde artık insan hakları kavramı içerisinde ifade edilen önemli haklardan biri. Sadece ülkemizde değil, dünyanın çoğunluğunda artık insanlar kentlerde yaşıyorlar.

Çeşitli nedenlerle kentlerde yaşıyorlar. Yaşamak için, eğitime daha rahat erişebilmek için, iş bulabilmek, çalışabilmek için, kentlerin sunduğu hizmetlerden yararlanabilmek için kentlerde yaşıyorlar. Bunları daha da artırabiliriz.

Kentlerin sunduğu bu olanaklar nedeniyle doğal olarak bir göçle nüfusları artmış ve kalabalıklaşmış. Kentlerin temel yaşam alanı olan mahalleler bu göçle gelen birikmelerle kurulmuşlar. 

Mahalle kavramının kökeni

Osmanlıya kadar giden tarihçesinde mahallelerin merkezini cami ya da mescid oluşturmuş. Osmanlı şehrinde mahalle yazılı kaynaklarda şöyle ifade ediliyor; Birbirini tanıyan, bir ölçüde birbirlerinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerden oluşmuş bir topluluğun yaşadığı yerdir. Yani temelinde dayanışma argümanı var. Birbirinden sorumlu olma durumu var.

Cumhuriyetle birlikte 30’lu yıllarda köyden kente bir göç başlamış. Bu göç hareketi kentlerde “aynı yerden gelenlerin” yanyana yaşadığı mahalleleri oluşturmuş. Bu mahallelerin oluşumunda da dayanışma argümanı var.

50’li yıllarda artık çok partili sisteme geçişle mahalleler kendi mahalle ve hemşeri derneklerini kurmaya başlamışlar.

İlk mahalle derneğinin izine 1948 yılında rastlıyoruz. İsmi tam olarak şöyle; Kazlıçeşme Zeytinburnu Havalisi Gecekondularını Güzelleştirme ve Teşkilatlandırma Derneği

Gecekondular artık büyük kentlerin en önemli olgusu. Gecekondu affı bu dönemde hep gündemde olmuş. Öyle ki, 1948-1976 arasında 6 defa gecekondu affı çıkarılmış. Bu beklentinin bir uzantısı olarak bu dernekler DP’nin oy deposuna dönüşmüş.

1960 askeri müdahalesi ile derneklerin çoğu kapatılmış ama 70’li yılların başında bu defa sol grupların hakimiyetinde yeniden kurulmuşlar.

Öyle ki, 1973 yerel seçimlerinde CHP’nin büyük kentlerdeki başarısının arkasında bu mahalle güzelleştirme dernekleri yoluyla CHP’ye akan oyların büyüklüğü gösteriliyor.

Kent kültürü kentin gündeminde

1980’den sonra büyük kentler artık bir kent kültürü inşasına tanık oluyor. Kent kavramı kadar, kentli, kent kültürü, kent kimliği kavramları bu dönemin ruhunu oluşturuyor.

İşte bizim bugün kent hakkı kavramı üzerinden kurmaya çalıştığımız çalışmaların temeli özetle bu şekilde atılmış.

Kent Konseyleri yeni iklim oluşturdu

Özellikle 2019 yerel seçimlerinden sonra Ankara’nın kent örgütlülüğü ikliminin değiştiğini hepimiz görüyoruz. Ankara Kent Konseyi ve Çankaya Kent Konseyi’nin çalışmaları, hareketliliği bu yerel örgütlenme iklimine çok etki etti. Haklarını teslim etmek gerekiyor. 

İşte bu iklim içerisinde Ayrancım Derneği olarak kent hakkı kavramını kentin gündemine sokmaya çalışıyoruz. Bu kavramı geliştirmeye ve bilinci artırmaya çalışıyoruz.

Kent hakkı çalışmaları

Zaman zaman bu konuda sert eleştirilere maruz kalıyoruz. Gerek mahalle içerisinde gerekse kent ölçeğinde yaşanan kent hakkı ihlallerine karşı özellikle müdahale konusunda bizden çokça aksiyon bekleniliyor ama henüz bu aksiyon konusunda biz meslek odalarının ve baroların biraz gerisindeyiz.

Öncelikle 2 yıldır kent hakkı kavramını gündemde tutmaya çalıştık. Bir duyarlılığın oluştuğunu görüyoruz.2024 yerel seçimleri sürecinde bu kavramı daha çok duyacağız.

Çankaya Kent Konseyi bünyesinde bir Kent Hakkı Çalışma Grubu oluştu.

Herkes İçin Kent Hakkı Okulu başlığıyla bir eğitim programı düzenledik. Çok da ilgi gördü. Üzerine bir sempozyum düzenlendi. Fakat daha önemlisi kent hakkı ihlalleri konusunun yasal boyutu ve kentlinin hak arama yolları konusunda bir hukuksal duyarlılık oluştu.

Ayrancı’nın gündemi

Ayrancı özelinde ise tam da bu konuların gölgesinde Ayrancının 3 gündemi var.

Güven Hastanesi yıllar içerinde büyümüştü şimdi yeni bir blokla yaşlılara yönelik bir hizmet için yeni bir yapılaşmaya gidiyor.

Hemen Ayrancı’nın girişinde yer alan Amerikan Büyükelçiliği bildiğiniz gibi Çukurambara taşındı ve eski yerini satışa çıkarıyor. Oranın nasıl bir yapılaşmaya açılacağı gündemimizde.

Botanik Parkı içindeki cam sera ve etrafı, proje müellifinin izni alınmadan ve Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı çiğnenerek ticari işletmeye açılıyor. 

Büyükşehirlerin sorunu “görmezden gelmek”

Şimdi biz bir taraftan kent hakkı bağlamında bir bilinci geliştirmeye diğer taraftan kent hakkı ihlalleri konusunda bir taraf olmaya çalışıyoruz.

Tabii günlük yaşamın hızı hepimizi birlikte daha büyük, daha büyük işler üretmeye iterken bizi gerçek sorunları görmekten alıkoyuyor. Uzmanlar diyorlar ki, büyükşehirlerin sorunu “görmezden gelmek”tir. Bu hız nedeniyle mahalle ve semt dernekleri olarak bizlere günlük yaşamın küçük ama gerçek sorunlarıyla ilgilenmek düşüyor.

Funda Şenol: Mahalle kültürünün oluşmasında mekânların rolü

Ayrancı Festivali’nin gelenekselleşmesini umut ettiğimiz katmanlarından biri de Cumhuriyet ve Kent Kültürü Konuşmaları başlığı ile sunduğumuz mahalle söyleşileri idi. Uslanmaz bir Ankara aşığı olan ve aynı zamanda Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden hocamız Funda Şenol semtimizin festivaline 26 Ekim 2023 tarihinde Cafe Creme’de “Mahalle kültürünün oluşmasında mekânların rolü” başlıklı sunumu ile katkı sağladı. Son derece keyifli geçen bu söyleşiden bazı satırbaşlarını sizlerle paylaşmak isterim. 

Mahalle sadece fiziksel bir mekân değil bir hayali cemaat aslında, hayali cemaate(1) mensup olan kişilerin yaşadıkları bir birim. Ayrancı harita üzerindeki sınırlarıyla tanımlanabilecek bir lokasyon değil, başka mahallelerden, yakın mücavir alandan insanların da katkısıyla oluşan veya eski Ayrancılıların anılarıyla da berkittikleri bir kimlik olduğunu söyleyebiliriz.

Kuralları olan bir mekân: Mahalle

Mahalle, aynı ev gibi, belli sınırları ve kuralları olan, dışarıdan gelenlerin bunlara uymak zorunda olduğu ve uymazsa göze batacağı bir fiziksel mekândır. Mekân bizim tarafımızdan belirlenir ama aynı zamanda bizi belirler. Eğer Ayrancı’da yaşıyor ve buna devam etmek istiyorsak bir patern geliştirmemiz gerekir, burada yabancılanmayacak kadar buralı olmaya çalışmamız, ayrıksı durmayacak kadar Ayrancılı olmamız gerekir. Farkında olmadan da bir mekânın şeklini alırız. Kimliklendirici özelliği çok güçlüdür mekânın. Cafe Creme’de otururken sadece bir kafede oturmuyorsunuz aslında mükemmel bir kafede, aynı zamanda Ayrancım Derneğine ve festivaline ev sahipliği yapabilecek, kapısında Cumhuriyetin 100. Yılını kutlayan iki kadın muhtarın afişinin asılı olduğu, sahiplerinin aktivizm yaptığı bir kafede oturuyorsunuz. Bu etkinlik başka bir semtte başka bir mekânda yapılsaydı her şey daha farklı olurdu. Bazı mekânlar insanları çağırır bazıları ise kusar. Mekân sadece mekân değildir; kimliğe, ideolojiye ve kültüre ev sahipliği yapar. Müdavimi olduğumuz mekânlar yani saklı coğrafyalarımız bizi belirler.

Sarmalayan kucak ve ayıplayan göz: Mahalle

Ümmet sisteminde mahalle bir yönetsel düzen aslında. Gayrimüslimlerin, belli mesleklerin, etnik grupların, mezheplerin mahalleleri ayrı; homojen ve merkezden kopuk birimler bunlar. Bütün o yereli merkezden kontrol etmek zor olduğundan mahallenin muhtarı, bekçisi ve esnafı var. Mahalle söz konusu olduğunda esnaf çok önemli.

Cumhuriyetle birlikte artık mahalleyi sınıf ve kültür belirliyor. Özellikle apartmanlaşma söz konusu olduğunda mezhep ve farklı etnik kimliklerin önemi azalıyor; sınıf, belirleyici olmaya başlıyor. 

Cumhuriyetin erken dönemi sona erdiğinde Ankara Yenişehir’e doğru yayılmaya başladığında karma mahallelerin söz konusu olduğunu görüyoruz. 

80’lerden sonra ise merkezin kaymasıyla birlikte konutlar şehrin kenarlarına doğru ilerledi; Çayyolu, Yaşamkent, tebessüm şehri Pursaklar gibi… Birbirlerine benzeyen sosyal sınıf ve kültürdeki insanların bir arada yaşama arzusunun tezahürü olarak bu siteler karşımıza çıktı. Şehir merkezi artık transit bir mekâna, insanların çok oyalanmadan geçip gittiği bir yer ve ticari merkeze dönüşüyor. Şehrin bir kısmı; insanların aylaklık etmesini, sosyalleşmesini, rekreasyon alanlarını kullanmasını ve en önemlisi protesto gösterileri yapmasını, kamusal alanda politik duruşlarını gösterecek söz ve eylemlerde bulunmasını engelleyecek bir duruma geliyor. Konut alanlarının dışarı kaydığı günümüzde Ayrancı mahallesi bu sebeplerle özgün bir yapı olarak var.

Her ilişkide olduğu gibi iyisi de var kötüsü de: Mahalle dediğimiz şey sarmalayan kucak ve ayıplayan gözdür. Bir yandan kendinizi iyi hissedersiniz, dertlerinize çözüm bulur kendinizi ait hissedersiniz; bir yandan da nereye gittiğiniz, kiminle dolaştığınız, ne giyip ne konuştuğunuz, hangi gazeteyi taşıdığınız vesaire sebebi ile mahalle baskısı ile de karşılaşırsınız.

Tarifi zor mekân: Mahalle

Mahalle kamusal ile özel alan arasında tarifi zor bir mekân. Özel alana ait olan hiçbir pratik kamusal alanda kolaylıkla yinelenemez bunun için mücadele etmek gerekir. Mahallede devleti temsil eden çeşitli birimler var; muhtar, okul, sağlık ocağı, halk odası, kütüphane, PTT, cami gibi. Osmanlıda camiler işlevinden farklı şekilde de kullanılıyor; toplanma alanları, enformasyonun toplanıp dağıldığı, imece ve ticaretin, dayanışma faaliyetlerinin de yapıldığı bir alan. Kahvehaneler de bu amaçlarla kullanılan alanlar. Bazı mahallelerde camiler hala bu işlevi sürdürse de şu an kahvehanelerin ve camilerin yerini kafeler almış durumda.


(1) Benedict Anderson Hayali Cemaatler kitabında özetle fiziksel olarak yakınlığınız olmayan, kişisel olarak tanımadığınız ama hedeflerin, amaçların, ülkülerin, normların, değer yargılarının bizi birleştirdiği bir tür topluluktan bahsediyor. Mahalle de bu anlamda bir hayali cemaat olarak tanımlanabilir. 

Kent Konseyinden semt meclislerine

Ayrancı’da yaşayanlar olarak Çankaya Kent Konseyi çatısı altında kurulan yedi semt meclisinin yanında sekizinci semt meclisini beş mahallemizle birlikte oluşturup yerimizi aldık. 

Günümüzde yerel yönetimlerin varlık nedenlerinden birisi de katılımcı demokrasinin gerçekleşmesi konusunda halkın yönetişim süreçlerine katılmasıdır. Ayrancı halkı olarak yaşadığımız kentle ilgili yaşamsal alanlarımızda alınan kararlarda ve yapılan faaliyetlerde söz sahibi ve politika yapan aktörlerden birisi olmamız demokrasi kültürümüzün gelişmesiyle doğrudan ilgilidir. 

Ayrancı Semt Meclisi

Semt veya mahalle meclisleri hem semt-mahalle sakinlerine, yöneticilerle aynı platformda buluşma fırsatı vermekte hem de bireylerin yaşadıkları alan ile ilgili yönetsel kararlara doğrudan katılım gerçekleştirmelerini sağlamaktadır.

Ayrancı semti olarak oluşturduğumuz meclis kentsel yönetişim bakımından önemli bir eksiğimizi tamamlayacaktır. Ayrancı’da mahalleli olma, Ayrancı’da oturma bilinci Ankara’nın birçok semt ve mahallesine göre daha köklüdür. Burada yaşayanlar daha sıcak ve samimi ilişkilere sahiptir. Ayrancı Meclisi, kentli yaşamımızda kentin sorunlarını anlamak ve açıklamak, çözümlerine destek sağlamanın çağdaş bir aracı olacaktır.  Ayrancı, Semt Meclisi ile daha güvenli, daha temiz, daha estetik bir semt olarak kendini var edip sürdürebilecektir. 

Ayrancı’da yaşayanların nitelik ve birikimleri kendi yaşadıkları sokakları, caddeleri, parkları ve binaları çağdaş anlamda anlayabilecek şekillendirebilecek ve sürdürebilecek ölçektedir. 

Çankaya Belediyesi gibi, Ankara’da ve Türkiye’de kıyaslandığında oldukça yetkin bir belediye hizmet sahasında yer alıyoruz. Bu anlamda belki de şanslı semtlerden biriyiz. 

Buna rağmen bir bakalım; daha güvenli, daha temiz, daha sağlıklı, daha ulaşılabilir, daha çevreci ve daha estetik bir semtte mi yaşıyoruz! Ayrıca, Ayrancı’nın daha çağdaş bir semt olmasında sadece belediye ve devletin hizmetleri yeterli olabilir mi? Her nerede ve ne şekilde olursa olsun, yaşadığı yer ve ortamda her bir bireyin yaşamın sürecine  katılmadığı bir hayat eksiktir. Kent politikalarının oluşmasında yerel unsurların etkisi hayati derecede önemlidir. 

Çağdaş anlamda kentlilik bilinciyle yaşayan bir kent, hem kültürel bağlarıyla daha sıcak ve sıkı, hem daha güvenli, hem de temiz ve estetik bir kenttir. Bunun Dünyada örnekleri vardır. Katılımcı politikaların hayat bulduğu ortamlarda bireylerin farkındalığı yüksektir. Farkındalığı yüksek olan bireyler bulundukları yerde sorunların değil ama çözümlerin bir parçası olurlar. Ayrancı Meclisi, Ayrancı’da yaşayanların birikimlerini, bilgilerini değerlendireceği gibi, her bir yurttaşımızın çağdaş anlamda niteliksel dönüşümüne de ortam sağlayacaktır. Ayrancı neşeli bir semt olacak, neşesini ve huzurunu kalıcı festivallerle de sürdürecektir. Ayrancılıları Ayrancı Meclisi’ne katılmaya davet ediyoruz. Ayrancılılar meclisleriyle kendilerini yöneteceklerdir.

Ayrancı Semt Meclisi kuruldu

Ayrancı Semt Meclisi’nin yolculuğu 2019’da Çankaya Bahar Evi’nde yapılan ilk toplantı ile başlamıştı. Ancak ne yazık ki pandemi sebebiyle Ayrancı Semt Meclisi’nin kuruluşu da ertelenmek durumunda kalmıştı. Nihayetinde, Ayrancım Derneği’nin de yoğun çabaları ile 2021 yılı boyunca semt meclisinde görev almak isteyen, semte gönül veren kişiler bir araya geldiler ve takvimler 19 Kasım 2021 Cuma gününü gösterdiğinde Ayrancı Semt Meclisi semt halkının yoğun katılımıyla kuruldu.

Genel kurul toplantısını Çankaya Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi ve Ayrancım Derneği Başkanı Ali Necati Koçak başlattı.

Ayrancı, Aziziye, Güvenevler, Güzeltepe ve Remzi Oğuz Arık mahallelerini kapsayan Ayrancı Semt Meclisi ilk genel kurulu, Çankaya Kent Konseyi’nin 12 Kasım 2021’de yaptığı çağrı üzerine 19 Kasım’da Çankaya Bahar Evi’nde toplandı. Genel kurul toplantısını Çankaya Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi ve Ayrancım Derneği Başkanı Ali Necati Koçak başlattı. 

Koçak konuşmasında Ayrancı Semt Meclisi’nin yolculuğunu anlattı. “Aslında süreç pandemiye denk gelmeseydi birkaç ay içinde Ayrancı Semt Meclisi’nin Genel Kurulu’nu da yapıp çalışmalara başlayacaktık fakat sokağa çıkma yasakları, pandemi süreci derken her yerde olduğu gibi burada da süreç bir miktar ertelendi” diyen Koçak Çankaya Kent Konseyi Başkanı Mustafa Coşar’ın Ayrancım Derneği Başkanı olarak kendisini Çankaya Kent Konseyi’nde ilçedeki semt ve mahalle derneklerini temsilen yönetime davet ettiğini belirtti. 

“Bizim için en temel anayasa komşuluk ve mahalle hukuku “

Koçak, kurulacak semt meclisinin 2019’daki toplantıdan sonra aslında biraz da gayrı resmi olarak açılan sosyal medya hesapları hakkındaki görüşlerini şöyle belirtti:  

Sözü Sayın Mustafa Coşar’a bırakmadan önce süreci nasıl yönettiğimizi, ne beklediğimizi, neler yapacağımızı paylaşmak istiyorum. Birincisi; biliyorsunuz Ayrancı Semt Meclisi henüz oluşuyor, dolayısıyla kurulmamış bir meclis adına bizim dışımızda açılan sosyal medya hesapları da doğru ve meşru değil. O nedenle bugün oluşacak yeni yürütme kurulu bu çalışmaları devralacak ve organize edecek.” 

İkinci olarak 5 mahallenin 5 muhtarının da tartışılmaz ögeler olduğunu ifade eden Koçak, şunları söyledi: 

Çankaya Kent Konseyi’nin yönetmeliği içinde semt meclisinin nasıl oluşacağı, neler yapacağı tarif edilmiş. Bu tarifin üzerine ÇKK yönetimi ve başkanının çok hassas olduğu, diğer semt meclislerinde başından beri uygulanan çok temel bir anlayışımız var. Mahallenin seçilmiş muhtarlarının bu semt meclislerinin bünyesinde bulunması anlayışı ve gerekçesidir. 123 mahallemiz var birbirine benzemediği gibi muhtarları da çalışmalarıyla, siyasi anlayışlarıyla, cinsiyetleriyle ve görev süreçlerinde birbirlerine benzemiyorlar. Ancak biz seçilmiş muhtarlarımızı her zaman başımızın üzerinde tutuyoruz. Bu süreçte muhtarların olması bizim için tartışılmaz bir şey. Kent Konseyi Başkanımızın anlayışı da baştan beri böyleydi ve oluşan tüm mahalle meclislerimizde, muhtarlarımız en başta görev aldılar. Bu görev bana verildiğinde 5 mahalle muhtarımızı tek tek dolaştım ve kendilerini semt meclisi oluşumuna davet ettim, onlarla fikirlerimi paylaştım onların fikirlerini aldım. Biz aslında bunları tartışma konusu yapmadık ama bu konular dışarda maalesef tartışıldı. Neticede muhtarlarımızla ve ‘Bu iş ne zaman başlayacak, içinde bulunmak istiyorum’ diyenlerle ikinci, üçüncü istişareleri yaptıktan sonra genel kurul tarihini belirledik.

“Ayrancı Semt Meclisi bugün burada bulunan herkestir”

Ayrancı Semt Meclisi, bugün burada bulunan herkestir. Yani beş mahallemizden buraya gelen, talep eden, söz isteyen herkes meclistir. Siz ne kadar devam eder, bu toplantılara katılırsanız bu meclis o kadar devam eder. Meclise bir üyelik, kayıt yok. Bizim için en temel anayasa komşuluk ve mahalle hukukudur. Dolayısıyla bu mahallede yaşayan, çalışan, bu mahalleyi seven herkes meclisimizin bir parçası. Biz sadece belli periyotlarda bu çalışmaları sürdürecek, belli yazışmaları yapacak bir yürütme kurulu seçeceğiz. Bu kurul belki daha sık toplanacak, mahallelerin, muhtarlarımızın Ayrancı Semt Meclisi’nin taleplerini, önerilerini alacak öncelikle Kent Konseyi’ne sonra Konsey aracılığıyla muhatap olunan diğer kurum ve kuruluşlara iletecek. Buranın çalışma prensibi temek olarak bu. Biz bu toplantıları belli aralıklarla yapacağız ve ne isteniyor ne tür sorunlar var, nasıl çözüm üretebiliriz, bunları yürütme kurulu aracılığıyla gerekli yerlere ileteceğiz. Bu konuda pek çok arkadaşımızın sorusu ve bilgi eksikliği olduğu için bunları temel olarak belirtmek istedim. Bugün burada önerileri, talepleri alacağız sonra eğer yürütme kuruluna aday arkadaşlarımız varsa, bir liste çalışması varsa onların adaylıklarını da alıp küçük bir seçim yapacağız.”

Çankaya Kent Konseyi Başkanı Mustafa Coşar

“En kötü örgütlülük en iyi örgütsüzlükten iyidir”

Çankaya Kent Konseyi Başkanı Mustafa Coşar da şöyle konuştu: 

Çankaya’da 7 semt meclisi, 123 mahale var hem dayanışma kültürü açısından sosyolojik olarak  lokasyon olarak da birbirine yakın mahallelerden semt meclisleri oluşturduk. Bu 7 semt meclisinden yeni kurulanlar var, yeri olanlar var, yeniden çalışmaya başlayanlar, çaba sarfedenler var. Önümüzdeki dönem için hedeflerimizden biri bütün mahallelerimizde semt meclislerini oluşturmak. Bunun temel gerekçesi de en kötü örgütlülük en iyi örgütsüzlükten iyidir. Sorunlar sıkıntılar eksikler olsa da iyidir. Bu temel saiklerle önümüzdeki süreç için bütün mahallelileri kapsayan bir semt meclisleri sürecine girdik bunu Genel Kurul’da da beyan etmiştik. İlk adım olarak Ayrancı’da bir süreç zaten hareketlenmişti ki, Ayrancı’nın tüm mahallelerini kapsayarak söylüyorum, Ankara için kadim bir bölgedir. Entelektüel birikimi, örgütlenmeye olan alışkınlık, demokratik yaşam ve dayanışma kültürü içinde olması bunu geliştirecek potansiyeli taşıyor olması ve karanlık siyasal süreçlere daha aydınlık bir çerçeve açabilecek bir dinamizmi temsil ediyor olmasından kaynaklı da Ayrancı Semt Meclisi önemli bir noktada. 

Kamusal alan tasfiye edildi ve tamamen neoliberal süreçlerin emrine sunuldu. Biz kendi kent hayatımız açısından söylersek ne oldu? Bizler için kritik şey şu; bizim sokaklarımız, caddelerimiz ve meydanlarımız kamusal alanlardır. Bu ticarete, boydan boya trafiğe tahvil edilemez, kent bu değil kent demek kentlilerle ilgili bir şeydir. Bu yıkım süreci, bütün bu kamusal alanları ortadan kaldırdı. Bizim sokaklarımız, caddelerimiz, meydanlarımız insansız, sadece ticaretin ve turizmin, trafiğin alanına sunuldu. Biz bu alanları yeniden talep etmeliyiz. Sabahları işe giderken mutsuz insanlar duraklarda, akşamları işten dönen mutsuz insanlar duraklarda, hiçbir biçimde geleceğe dair ışıltılı bir güzellik görmüyoruz. Neden kamusal alanın yeniden talep edilmesini ve inşasını sokaklardan, caddelerden, meydanlardan istemeyelim? Neden duraklarda şairler işe giden insanlara şiirler okumasınlar, neden şarkılar söylenmesin, neden sanatçılar bunları yapmasın, neden insanlar bir araya gelip eğlenmesin? Biz mutsuz olmaya mahkum muyuz? Aslında semt  meclisi ve kent konseyi de böyle bir şey. Ayrancı’ya ilişkin münhasıran bir uyarıda bulunmak isterim. Ben uzun yıllardır burdayım, 17 yaşından sonra hep Ankara’daydım, burada ve pek çok semtinde yaşadım, bu nedenle de kendimi Ankaralı hissederim. Dikkat edin, bir kültürel göç var, negatif bir kültürel göç. Ulus vardı eskiden, şimdi folklorik bir eleştiri yapmıyorum ama kriminal bir şey vardı, sonra o kriminal şey Sakarya’ya geldi, yani uyuşturucu ve benzeri suç gasp, kadına yönelik şiddet, kadınların gece dışarda gezememesine neden olan sosyal kültürel hayat. Konur Sokağı’na geldi, Olgunlar’a geldi ve şu an Ayrancı’ya geliyor. Bu negatif kültürel göç kriminal bir bozukluğu tarif eden bir zeminden bize geliyor. Bir turnusol kağıdına yağın damlaması gibi gittiği her yeri bozan bir negatif olay gelirken kadın hayatını tehdit ediyor, özgürlükleri kısıtlıyor! Dolayısıyla buraya ilişkin olarak bu göçün tehditi altındasınız. Sokağımızı, caddemizi, mahallemizi, bize ait olanı elimizde alan bu vahşi kapitalizm, yağmacı, talancı durumu tersine çevirecek bir şeye ihtiyaç var. Bir günlük yaşam pratiğine ihtiyaç var. Yarattığımız değerler cinsiyetçilik, türcülük, sömürü, tahakküm ilişkileri! Hala insan merkezli bir tartışma içindeyiz. Kentleşme tartıştığımız zaman otopark, kaldırım konuşuyoruz. Bu kentte kuşlar, ağaçlar, böcekler yok mu?

Ayrancı semt meclisi böyle bir deneyim yaratmayı, özgürleştirici, yaratıcı dinamizmi yaratmayı başarabilecek bir yer. Ayrancı semt meclisi buraya katılan hatta katılmayan herkesindir. Ümit ediyorum ki çok güzel bir yola çıktık ve güzel işlerle devam edeceğiz.

Ali Necati Koçak, “Bir liste çalışması varsa listeyi, tek tek aday olanlar varsa aday olanların isimlerini alıp başlayacağız. Önce konuşmalar sonrasında da gerek görülürse açık veya kapalı oylama ile toplantımızı sonlandıracağız” diyerek adayların başvurularının beklendiğini belirtti. 

Semt halkından birkaç yurttaş söz alıp mahallelinin dayanışmasının öneminin altını çizdi. Akademisyen Gülseren Adaklı’nın önerisi ile divan oluşturuldu, gönüllü kişiler divanda yerlerini aldılar. Ahmet Uçar söz alarak 26 kişilik bir liste çalışması olduğunu belirtti ve listedeki adayları açıkladı, başka aday olup olmadığı soruldu. Katılımcılar içinden iki kişi aday olmak istediklerini belirttiler. Semt meclisi katılımcılarının önerisi üzerine aday olan iki kişi de 26 kişilik listeye eklenerek 28 kişiden oluşan Yürütme Kurulu açık oylama yöntemi ile oylandı. Kimse reddetmedi veya aksi yönde görüş bildirmedi, böylelikle Ayrancı Semt Meclisi’nin ilk yürütme kurulu oybirliği ile göreve seçilmiş oldu. Ekipteki tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz. Mustafa Coşar’ın da belirttiği gibi en kötü örgütlülük en iyi örgütsüzlükten iyidir.

Ayrancı Semt Meclisi kuruldu

Ayrancı Semt Meclisi Yürütme Kurulu ilk toplantısını gerçekleştirdi

Ayrancı Semt Meclisi Yürütme Kurulu ilk toplantısını Semt Meclisi kuruluşunun akabinde 27 Kasım’da Ayrancı Bahar Evi’nde gerçekleştirdi. Yürütme Kurulu üyelerinin tanışmasının ardından semt meclisinin gündemi ve çalışma yöntemi üzerine konuşuldu. Toplantı her açıdan çok heyecan vericiydi. Semt için çalışacak gönüllü insanlar eminim dayanışmayı, bir arada yaşamayı, kolektif bir umudu körükleyecek, belki de Türkiye’de semt meclisleri başlığına yeni bir anlam katacak. 

Mustafa Coşar’ın da dediği gibi birbirimize soracağız: Neden olmasın? Neden kamusal alanlarımızı, caddelerimizi meydanlarımızı istemeyelim ki? Buralar zaten bizim ve bizim kalması için bizden alınanları geri kazanmak için elimizden geleni yapacağız. 

Sen de yurttaş olarak semt meclisinde görev al, çalışma gruplarına katıl ve geleceğe söz söyle!

Ayrancı aşkına: OAK Coffee

Ayrancı Kuzgun Sokak’taki kahvehanenin yerine yeni bir kafe açıldı; OAK Coffee Co. OAK İngilizce kelime anlamı olarak meşe demek. Bu ismi kullanırken özel bir anlam yüklememişler. “Co” da İngilizce “company” kelimesinin kısaltması. 2021 yılı Mart ayında tam da pandemi süreci devam ederken açılan bu kafe oldukça dikkat çekiciydi. Sadece gel-al şeklinde hizmet veren kafede onlarca müşteri kahve almak için bekliyordu. Daha sonra araya uzun bir kapanma süreci girdi, yaz geldi ve Ayrancı Ahalisi Facebook sayfasında bir duyuru yapıldı; “Şeker Hamurlu Cupcake Atölyesi”. Böylece bu kafenin üretimi teşvik eden farklı konsepte sahip bir mekan olduğunu anladık ve kendileriyle tanışmak istedik. OAK Kafe işletmecileri; Burak Bey, kardeşi Samet Bey ve arkadaşları Ahmet Bey. Burak Bey ile yaptığımız bu sohbetten dolayı kendisine teşekkür ederiz. 

OAK Kafe dışarıdan bakılınca oldukça büyük ve ferah bir bahçeye sahip. Ferah ve açık olması size sokakta oturuyormuş izlenimi veriyor. Burak Bey’le sohbet ederken uzunca bir süredir böyle bir kafe projeleri olduğunu ve özellikle de Ayrancı’da işletmek istediklerini öğreniyoruz. Bu durum oldukça ilgimizi çekiyor. Burak Bey, yaklaşık beş yıldır Ayrancı’da ikamet ediyor ve semtin sokaklarından dönünce deniz görecekmiş hissine kapıldığını söylüyor. Üniversite için Ankara’ya gelmiş ve kendisine Ankara’yı Ayrancı sevdirmiş. OAK, sokak arasında bir yer ve Burak Bey kafe için burayı özellikle istemiş. Zaten eskiden de kahvehane olan mekanın kafeye dönüşümü çok zor olmamış. Tadilatların yüzde 80’ini kendileri yapmışlar. Kafe ilk açıldığında çoğunlukla kendi arkadaşları gelirken zaman geçtikçe yeni insanlar gelmeye başlamış. “Biz felsefe olarak enerjinin çok önemli olduğuna inanıyoruz” diyor Burak Bey ve onlara göre amaç sadece ticaret yapmak değil. Özellikle mahalleliden güzel yorumlar aldıkça çok mutlu ve motive olmuşlar:  “Hatta bir gün karşı apartmanda oturan bir komşumuz geldi, ‘dün gece sesler geldi’ dedi ve biz de rahatsız olduğunu düşündük ama komşumuz aksine ‘biz burada böyle seslere alışkın değiliz, güzel oldu’ deyince çok sevindik.

Kafeye gelen kişilerin profili aslında saat dilimine bölünmüş durumda, işe giderken kahve alanlar, öğle saatlerinde oturmaya gelenler ve iş çıkış saatlerindeki müşteriler. Ek olarak bir de atölye çalışmalarına katılmak için gelenler oluyormuş. 

“OAK’ın yaşayan bir yer olmasını istiyoruz”

Burak Bey 2014-2015 yıllarında ahşaba ilgi duymaya başlamış ve ürettiği şeyleri instagram sayfasında satmış. Bu tecrübesinden yola çıkarak kafede atölye çalışmaları için büyük bir oda ayrılmış. Bu ay için takvimde 18 tane atölye çalışması var. Kendi alanında uzmanlaşmış eğitmenler atölye çalışmalarına eşlik ediyor. Atölye çalışmalarının yanında seminerler, toplantılar ve söyleşiler de yapmayı planlıyorlar, OAK’ın yaşayan bir yer olmasını istiyorlar. “Graffiti, Urban Sketchers, tasarım ürünler, sihirbaz&jonglar, sokak müzisyenleri, siyah&beyaz film ve banyo atölyeleri” gibi alışılmışın dışında, her yaş grubuna hitap eden etkinliklerle bir yandan Kuzgun Sokağı’nın canlandırılmasını bir yandan da semt kültürünün gelişimine katkıyı amaçlıyorlar. 

Burak Bey, “amacımız bizi de mutlu eden, eğlendiren şeyleri yapmak” diyor. Bu nedenle kafede satılan ürünlerin reçetelerini kendileri oluşturuyorlar. Üçüncü dalga demleme tekniklerinin kullanıldığı kahveler mevcut. Samet Bey’in kendi reçetesi olan kahveleri var; 10’a yakın kahve kokteyli, limonata ve milkshake reçeteleri, pek çok tatlı çeşidi… OAK Kafe, Ayrancı sakinlerini misafir etmekten mutluluk duyacağını söylüyor. Biz de kendilerinden yaratıcı fikirlerini semtimizde daha da görünür hale getirmelerini istiyor ve sohbet için teşekkür ediyoruz.