Ev yemeklerinin dile geldiği yer: İclal Mutfağı

Burası sadece bir lokanta değil, yıllardır mahalle sakinlerinin ev yemekleriyle buluştuğu, güvenle kapısından içeri adım attığı bir yuva gibi. Bu özel mekânın kurucusu İclal Hanım, aslında emekli bir memur. Ancak o, emekli olduktan sonra hayalini gerçeğe dönüştürerek, sevgiyle yaptığı yemekleri mahalle halkıyla paylaşmaya karar vermiş ve bu süreçte kendi küçük mutfak ailesini de oluşturmuş. 

İclal Mutfağı (Güvenlik Caddesi)

İclal Hanım’ın mutfağı, ticari kaygılardan çok, insanlara iyi yemek sunma ve bir arada olma duygusuyla şekillenmiş. Ayrancı’ya duyduğu sevgi, yemek yapmaya olan tutkusu ve insanlara dokunma isteğiyle, yıllardır bu işi ilk günkü heyecanıyla sürdürüyor. Mahalle esnafıyla güçlü bağlar kuran, müşterilerini ailesi gibi gören, çalışanlarına bir iş kapısı açarken onları mesleğe kazandıran bu güçlü kadının hikâyesi, aslında sadece bir lokanta hikâyesi değil; Ayrancı’da emek, sevgi ve dayanışmanın en güzel örneklerinden biri.  

Bendeniz sonradan Ankaralıların tesadüf sonucu keşfettiği ve müdavimi olduğu bu şirin lokantayı sizlerle paylaşmak için İclal Hanım’ın serüvenini burada anlatmaya niyet ettim. Sağ olsun o da beni geri çevirmedi.  

Benim için ayrıca önemine gelince, bu sıcak ve samimi lokanta, yeni taşındığım bu şehirde kendimi yabancı hissettiğim anlarda adeta bir sığınak oldu. Ev yemeğinin sıcaklığıyla içimi ısıtan, en mutlu anlarımızı kutladığımız ve şehre yeni gelen herkesi koşa koşa getirdiğim, günümü güzelleştiren bir yer haline geldi.  

İclal Mutfağının sahibi İclal Aydın

Buyurun efendim, İclal Hanım’ı dinleyelim. 

Merhaba İclal Hanım, sizi biraz tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz? 

Doğduğum yer, Kayseri-Pınarbaşı, Karakuyu. Ama 8 yaşından beri Ankara’dayım. Tahsil hayatımı Ankara’da tamamladım. İlkokul, ortaokul, üniversite hepsi Ankara… Ankaralı sayılırım aslında. Üniversitede iktisat okudum, emekli memurum. Emekli olduktan 10 yıl sonra da burayı açtım. Yaklaşık 18 yıldan beri de burada çalışmaya devam ediyorum. 

Emekli olduktan 10 yıl sonra tekrar çalışmaya karar verip “İclal Mutfağı”nı açmışsınız. İşe başlama serüveniniz nasıl oldu? 

Ben emekli olduktan hep başka bir şeyler yapma hayali içindeydim. Her zaman misafir ağırlamayı çok sevdim, misafirler için yaptığım yiyecekler çok beğenilirdi. En iyi yaptığım şey nedir düşündüm: Bir tane yemek yapayım, yanına da pasta, çörek, börek yapayım diye niyetlendim. O arada çocuklar da büyümüştü, artık rahatça çalışabilirim dedim ve İclal Mutfağı’nı açmaya karar verdim. 

Tabi ben iktisat mezunu, emekli bir memurum, eğitim olarak bakınca aslında yemekle bir alakam yoktu ama yemek yapmak her zaman kişisel hevesimdi ve halen de öyle.  

Ayrancı benim aşkım  

Ayrancı’yı neden seçtiniz?  

Ayrancı Ankara’da en sevdiğim semt.  Burada genci ve yaşlısıyla yalnız yaşayan epey komşumuz var.   

Onlara ev yemeği, anne yemeği, sağlıklı yemek ulaştırayım istedim. Bu işe aslında ticaretten çok biraz sosyal sorumluluk projesi gibi baktım.  

Ticaretten hiç anlamam zaten, herhalde bu da memurluktan gelmemle alakalı. Para alırken hâlâ utanıyorum. Burayı açalı yaklaşık 18 yıl oldu, ama kasada para alırken hâlâ bunalıyorum; hiç hoşuma gitmiyor.

Tek hedefim işe yaramak, iyi bir şey yapmaktı. Bu yüzden başladım ve çok şükür, hedefime ulaştım. Hiçbir zaman hırslı biri olmadım, sadece yaptığım yemeğe odaklandım. Asıl amacım her zaman sağlıklı yemekler yapmaktı. Kâr edip etmemek benim için ikinci planda oldu.  

Peki ekibiniz İclal Hanım? Biraz ekibinizden bahseder misiniz?  

İlk açıldığımızda ekibimizde 6 kişi vardı. Şunu da eklemek gerekir, biz burayı 3 kardeş kurduk, 2 yıl sonra kardeşlerim ayrıldı, ben onlarsız devam ettim.  O zamandan beri; 18,5 yıldır mutfak ekibi hemen hemen aynı, ekibimizle aile gibiyiz. Aile müessesi demek daha doğru bizim için.  

Ekibimde kimse mesleğe profesyonel olarak başlamadı, hepsi burada yetişti. Burada çalışan personelleri de en başta seçerken evde oturanları, daha önce hiç çalışmayan kişileri seçtim.  Onlar, mutlaka çalışmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlasınlar istedim. Kadınların kendi parasını özgürce kazanıp harcaması, o duyguyu tatmaları… En büyük dilediğim oydu.  

Ben de profesyonel değildim yemek konusunda, ben de bildiklerimi öğrettim onlara. Ben de iyinin daha iyisinin peşindeydim. Arkadaşlarım da çok güzel uyum sağladılar bana ve beni geçtiler.  Benden daha iyisini yapıyorlar şimdi. Çok temiz çok güzel insanlarla çalışıyorum. 

Bir de aile fertleri de işin içinde. Eşim ve çocuklarım da kendi başka işleri de olsa onların da desteği oluyor.  Bu iş yardımlaşma olmadan olmaz.  

“Sadece ekip değil aile gibi olan, Ayrancı halkı da ailem gibi.” 

Biraz lokantadan bahsedelim; gündelik işleyiniz nasıl İclal Hanım? Neler pişiriyorsunuz? 

Günlük olarak lokantada toplam 42 çeşit ürünümüz var; iki çeşit ana yemek, zeytinyağlılar, tatlı ve kurabiye çeşitlerimiz ve salata çeşitlerimiz. Bunların hepsi günlük olarak çıkıyor ve her ürün bir tencere, birer tepsi olarak çıkıyor.  Seri üretim şeklinde yapmıyoruz. Bir ürün bitince o gün tekrar yenisi yapılmıyor. Aynı ev gibi aslında. 

Aylık menüler hazırlıyoruz, 1 ay boyunca ne yapacağımız belli oluyor.  Bir et ağırlıklı bir sebze ağırlıklı olmak üzere iki ana yemek oluyor. Çorba, pilav, et kavurma bunlar her gün oluyor.   

Peki, biraz daha Ayrancı’dan devam edelim. Ayrancı’da mahalle ile ilişkileriniz, mahalle esnafı ile ilişkileriniz nasıl? 

Mahalle esnafıyla ilişkilerim çok iyi. Zaten tüm alışverişimi esnaftan yaparım. Karşımdaki manavdan, karşımdaki marketten günlük alışverişimizi yaparız. Bakliyat gibi bazı ürünleri toptan aldığımız için büyük tedarikçilerden temin ediyoruz. Ancak özellikle sebzemizi esnaftan alırız; anında alınır ve tüketilir. Benim stoğum yoktur.

Ben de burayı keşfettiğimden beri her geldiğimde onu fark ediyorum, çoluğu çocuğuyla ailecek gelen insanları çok görüyorum. 

Bekarken gelmeye başlıyorlar, evleniyor, çocuğu doğuyor ve onunla geliyorlar.  Can var, benim ilk torunum derim, şimdi 18 yaşında. Hiç unutmuyorum, Can’ın annesi, Can’a hamileyken bizim eski küçük dükkâna geliyor. Aile fertlerinin de lokantadaki yemeği yediğini görünce güvenip temizdir diye geliyorlar.  

Ben de o gün uydurup bir lahana çorbası yapmışım, kendi kafama göre şunu koyarsam şu olur diyerek. Onu yemişlerdi. Çok beğendiler ve ondan sonra hep gelmeye başladılar ama ben o lahana çorbasını bir daha aynı lezzette yapamadım

Burada aile gibiyiz ve bu çok güzel.

Peki bu semtte yaşamak burada işletme sahibi olmak size ne hissettiriyor? 

Ayrancı, Ankara’nın simgelerinden biri; eski bürokratların oturduğu, nezih bir semt. Ayrancı’ya sonradan gelen de buraya uyumlanıyor.   

Aslında evlilik döneminde, eşim de ben de memur olduğumuz için yaşamımız hep lojmanlarda geçti. Memurken bir dönem burada Ayrancı’da lojmanda oturdum. Kendi evimize geçtikten sonra temelli burada yaşamaya başladık. Ayrancı’da aile gibiyiz ve aile olmak çok güzel.  

Ayrancı’ nın eski günlerinden güzel bir anınızı sorsam aklınıza ilk ne geliyor? 

Ayrancı’da oturduğumuz ilk yıllarda lojmanda kaldığımız zamanlar, Şimşek Sokak’ın o karlı geceleri aklıma gelir. Çam ağaçlarına karlar yığılmıştı, o milenyum döneminde müthiş bir Şimşek Sokak vardı. O eski hali çok güzeldi. Şimdi çok kalabalıklaştı. Çok özel bir sokaktı, çift yönlü, çok güzel bir sokaktı; şimdi ise oldukça kalabalıklaştı.

Peki İclal Hanım, eklemek istedikleriniz var mı?  

Burayı şimdiki aklımla 18,5 yıl önce açsaydım, hedeflerim çok daha farklı olurdu. Ben sadece işe yaramak için açmıştım ve hedefimi fazlasıyla tutturdum. Bundan sonra nasıl olur? Tabi artık 18,5 yıl bu iş için uzun bir süre. Bu süre boyunca her gün buradaydım, hâlâ da buradayım. Çok mutluyum çalıştığım için ancak bazen çok yorgun oluyorum. Artık bırakmam gerektiğini düşünüyorum bazen ama ben, insanlara verdiğim hizmette aksama olduğunda bırakırım gibi geliyor.

Gerçekten insanların yüzünde mutlu bir ifade ile buradan çıkarmak, o kadar büyük bir mutluluk ki, tüm yorgunluğunuzu unutuyorsunuz. İyi niyetle, dürüstlükle, severek yapılan her işin geri dönüşü çok güzel oluyor ve mutluluk veriyor insana.

Çalışmak çok güzel, baktığınızda ben iki emeklilik dönemi çalışmış oluyorum. İlk işe başladığınızda o 20 yıl hiç geçmeyecek gibi geliyor. Ondan sonra bir an önce emekli olmayı iple çekiyorsunuz, zannediyorsunuz ki emekli olunca yapamadığınız her şeyi yapacaksınız. Ama öyle değil hayat… 

Aslında hayat; yaşadığınız günün tadını çıkarabiliyorsanız ya da çıkarmaya çalışıyorsanız güzelleşiyor.   

Babam hep ‘Aklı olanın nasibi olur’ derdi. Allah’ım, aklı vermiş, fikir vermiş, sağlıklı bir beden vermiş. Bunu gerektiği gibi kullanmak lazım. Olumsuz şeylerden uzak durmak, onlara odaklanmamak lazım. O zaman hem yaptığınız işin getirisini görüyorsunuz hem de hazzını yaşıyorsunuz.

Güzel bir şey yaptığımı düşünüyorum, iyi ki de yapmışım diyorum. Ayrancı çok güzel bir semt, Ayrancı insanı çok güzel, burada yaşadığım için çok mutluyum ve çok da şanslıyım.

Dilerim herkes dilediği gibi, istediği gibi yaşasın.

İCLAL MUTFAĞI
İclal AYDIN
Güvenlik Caddesi No:67/D A.Ayrancı
(0312) 426 60 44
@iclalmutfagi 

Veganın Ayrancı rehberi

Bir hayvansever olarak Ayrancı’ya taşınmamın başlıca sebeplerinden biriydi ‘gezen kedi’ dostlarımın güvenle dışarı çıkabileceği bir semtte yaşamak. Nitekim 2017’den beri de bu arzumu güzelim Meneviş Sokağı’nda yaşayarak gerçekleştirmeye devam ediyorum. Aynı zamanda bir veganım ve  bu yazıda Ayrancı’da vegan yaşama dair siz sevgili Ayrancılılar’a küçük bir rehber hazırladım.

Yolculuğumuza başlamadan önce, son dönemlerde özellikle aşina olunmasına rağmen vegan olmanın aslında ne olduğuna dair çok fazla yanlış bilgi olması nedeniyle, genel hatlarıyla doğru bir tanım yapmaya gayret edeceğim.

Veganlık, hayvanların meta statüsünün reddine dayalı bir politik felsefesi olan ve ekolojik açıdan sürdürülebilir bir yaşam biçimini destekleyen aktivist bir harekettir. Ancak maalesef ki, özellikle  akademisyenler arasında veganlığın politik, kolektif ve sosyal hareket yönlerine çok az odaklanılıyor. Veganlığın daha geniş boyutlarını ideolojik ve kolektif düzeyde anlamak, çevresel olarak sürdürülebilir bir yaşam tarzını anlamamız ve uygulamamız açısından büyük önem taşıyor.

Bu şerhi koyduktan sonra gelelim Veganın Ayrancı ve Civarı Rehberi’ne…

Özellikle yoğun çalışan insanlar, mecburen dışarıdan yemek söyleyerek karnını doyurabilecek zamanı bulabiliyor ve böyle olduğunda vegan seçenekli restoranlar, mekanlar bulmak da hayli zorlaşıyor. Aslında vegan etiketli olmasa da hali hazırda vegan olan pek çok yemek seçeneği mevcut. Elbette öncesinde restoranla küçük bir teyit görüşmesi yapmayı ihmal etmiyoruz. Hatta şöyle bir not da düşeyim, vegan olduğunuzu öğrenen Ayrancı esnafı, her zamanki nezaketiyle siparişlerinize minik ikramlar eklemeyi de hiç ihmal etmezler (ekstra salata, ekmek vb.).

Cafe Creme Bistro

Cafe Creme Bistro & Pub

Güvenevler Mh., Yeşilyurt Sk. 32/C

Hem retro tarzı ile hem de işletmecilerinin güler yüzü ve eşsiz hizmeti ile gönlümün bir numarası Cafe Creme… 

Genellikle menülerinden eksin olmayan inanılmaz leziz zeytinyağlıları, vegan seçenekli makarnaları ve muhteşem müzikleriyle, veganların gönül rahatlığıyla tercih edebilecekleri şahane bir mekan olduğunu söylemeliyim.


Kuzgun Ev Yemekleri

Güvenevler Mh., Kuzgun Cd. 52/B

Kuzgun’un Yeşilyurt kesişiminde sayılan bulunan bu tatlı restoranın neredeyse her gün menüsünde Mercimek Çorbası bulunuyor ve içeriği tamamen vegan. Üstelik çok da lezzetli… Restoranın her daim taze salatası ve günlük değişen zeytinyağlı seçenekleri de çoğunlukla bulunuyor.


Orenda Coffee

Güvenevler Mh., Güvenlik Cd. 93/A,

Günden güne artan yeni nesil kahveciler arasında bitkisel sütlerle hazırlanmış çok çeşitli kahve seçenekleri sunan, zaman zaman hayvan hakları yararına etkinliklerle de karşılaşabileceğiniz, elbette güler yüzlü ve kaliteli hizmetiyle içimizi ısıtan minnoş mekan.


Cafe La Luna

Güvenevler Mh., Güvenlik Cd. 121/K

Sakin konumu ve etkileyici dizaynıyla Cafe La Luna… Özellikle “vegan kahvaltı” arayışında olanlar için zengin içeriği ve diğer seçenekleri ile epeyce tatmin edici.


Junk Vegan

Remzi Oğuz Arık Mh., Tunus Cd. 49

Junk Vegan, vegan fast food konusunda en iyilerden desem abartmış olmam. Vegan yemekler konusunda alışılmışın dışında olan menülerini oldukça çeşitli tutan mekan denenmeye kesinlikle değer!


Terra Kafe & Mutfak

Kavaklıdere Mh., Beykoz Sk. 7/A

Vegansınız ve canınız iskender çekti (ki bu çok normal), o halde gitmeniz gereken adres Terra Kafe & Mutfak! Veganların buradaki bir diğer favorisi ise Vegan Kokoreç. Bu leziz seçeneklerinin yanı sıra çok da sevimli bir mekan Terra Kafe & Mutfak.


Fresh Healthy Garden

Barbaros Mh., Esat Cd. 112/A

Fresh Healthy Garden A’dan Z’ye bayılacağınız bir mutfağa sahip. Sunduğu vegan ana yemek seçeneklerinin yanı sıra vegan tatlı ve tuzlu atıştırmalıkları da muazzam.


Kaktüs Smoothies & More

Barbaros Mh., Bülten Sk. 28/B

Renkli mekanları ile Bülten’in en sevimlilerinden olan Kaktüs Smoothies & More, menülerindeki seçenekleri vegan olarak özelleştirebilme şansı sunuyor.


iNput Healthy Foods

Çankaya Mh., Üsküp Cd. 39/B

Farklı ve şık sunumu ile iNput Healthy Foods, Çankaya’da vegan ya da vejetaryen beslenenlerin gözbebeklerinden. Bununla birlikte ürünlerinde glutensiz ve rafine şekersiz seçenekler de mevcut.


Luna Cafe

Kavaklıdere Mh., John F. Kennedy Cd. 31/B

Kennedy Caddesi’nin minik ve sempatik mekanı Luna Cafe, sıcak atmosferi ve vegan tatlılarıyla, kahve ve çay keyfinizi katlamaya aday.


Just Food

Remzi Oğuz Arık Mh., Tunus Cd. 61

Sağlıklı yaşamı mümkün kılmak adına market konsepti de sunan Just Food, sağlıklı atıştırmalıkların yanı sıra vegan menüleri de olan, tekrar tekrar tercih etmek isteyebileceğiniz bir adres.

Son yılların en güzel baharına tüm zamanlardan bir ege hediyesi: Gelincik Şerbeti

Midemizde kelebeklerin uçuşmaya başladığı o günlerdeyiz, tam da bahar dediğimiz. Arkadan tatlı bir şarkı çalıyor
(…sana söz yine baharlar gelecek, sana söz umut bitmeyecek…) Havada tatlı bir esinti, güneş artık utanıp sıkılmadan paylaşıyor sıcak enerjisini. Ufak sürprizleriyle ıslatıyor bulutlar henüz terleyecek fırsatı bulamamış saçlarımızı ve, bunu sadece yaşayan anlar, gözlüklerimizi… 

Baharın alametlerini veya yarattığı mükemmel ruh halini sayfalarca betimleyebilirim. Ama sizinle gönül yaylarımızı gevşeten bu bahara özel olarak bir sırrımı paylaşmak istiyorum. Ki sırlarımı pek paylaşmam. 

Geçtiğimiz yaz, artık Ege kıyılarında yaşayan annemi ziyarete gittiğimde annemin bir arkadaşı bize kazan kaynattıran, bol köpüklü ve sade Türk kahvemizin yanında kırmızı bir şerbet ikram etti. İçimden dedim, hiç de sevmem şerbeti, ayıp olmasa bari bitiremezsem… Bir yudum aldım, tabii ki bütün fikrim değişti ve bir anda gözümün önünde bir hayal canlandı. 

Güneşin pahalı cep telefonu filtrelerine ihtiyaç bırakmayan tatlı ışınları Cafe Creme’nin mor salkımlı dallarından çarpıp yüzüme yansıyor. Bu sıcakta da nasıl geçer Ankara’da günler diyen iç sesim ve annemi özleyişimle perçinlenen melankolim sevgili eşimin, benim için anne kokulu bir ege esintisi olan gelincik şerbetli cin kokteylini getirmesiyle dağılıyor. İkinci bardaklarda bu yaz egenin neresine gideceğimizi planlıyoruz. Sonra ben hıçkırmaya başlıyorum ve hayal bitiyor.  

Canım annem ve anneannemle kolları sıvadık ve deneyimli kadınların göz kararına güvenerek birkaç çeşit şerbet denedik. Sizlerle en makul ve bizce güzel olanını paylaşıyorum:

Gelinciklerin siyah kısımlarını ayıklayın ve güzelce yıkayın. Unutmayın doğal ortamdan topladınız, pek de tatlı olmayan misafirleriniz olabilir. Tencerenize tencerenizin yarısını dolduracak kadar içme suyu ekleyin. Koyduğunuz suyun yarısı kadar şekeri başka bir kapta gelincik yaprakları ile karıştırın ve biraz ovalayın. Biraz bekleyen karışımı suyla doldurduğunuz tencereye ekleyin. Birkaç saat kısık ateşte ve kontrollü kaynayacak. Altını kapatmadan önce şerbetinizin yoğunlaştığını görmelisiniz. Şerbet koyulaşınca yarım limon sıkabilir veya bir tutam limon tuzu ekleyebilirsiniz. Tercihen birkaç çubuk tarçın veya karanfil eklenebilir. Hazırladığınız yoğun şerbeti soğuduktan sonra süzüp cam şişede buzdolabınızda saklayabilirsiniz. Gelincik şerbetini tamamen keyfinize göre yapabilirsiniz. Daha şekerli sevenler şekerini artırabilir, şekerle benim gibi fazla arası olmayanlar bu ölçüye sadık kalabilir. İçine başka meyveler/çiçekler ekleyip haber verebilirsiniz. Denemeyi çok isterim. 

Gelincik Şerbeti

Benim tercihim 1 duble cin, 2 duble gelincik şerbeti, 1 şişe soda ve bol buz. Aman dikkat güzel Ankaramızın sodası olsun, yanlışlıkla hırsızlara arsızlara geçmesin paracıklarımız. 

Doğayla savaşmayı bıraksak doğa bize keyfe ayrı kedere ayrı çeşit çeşit hediyelerle koşuyor aslında. Yaz günlerinde serpilmiş binlerce kök gelincik çiçeği görürseniz tadımlık da olsa toplayın, topladığınız toprağa teşekkür edin ve bu şerbeti misafirlerinizi şaşırtmak için dolabınızın bir köşesinde saklayın derim. 

Yeri gelmişken söyleyeyim: Doğayı sev, ağaca sarıl, ayıyı öp. İşte bu kadar basit bir matematik. Kokteylinizi yudumlarken biraz bunun düşünün ve sonra bana da bahsederseniz sevinirim 

Yılbaşında neden hindi yeriz? 

2022’nin ilk günlerine giriş yaptığımız bu günlerde aklıma takılan ve uzun süredir düşündüğüm bir konu var. Acaba insanlar yılbaşlarında neden hindi yendiğini biliyor mu? İşte bu soru bu yazının ana konusu. Şimdi hep beraber hindinin tarihçesine ve bu kümes hayvanının neden sadece yılbaşı masalarının baş kahramanı olduğuna bir bakalım. Tarih ve Tarif gururla sunar!

Türkçesi hindi, İngilizcesi turkey olan hindi, esasen Kuzey Amerika kökenli bir kümes hayvanı. Peki neden Amerika kıtasına ait olan bu hayvana kalkıp Avrasya’dan bir ülkenin adı verilmiş? Hindiler de tıpkı Kızılderililer gibi Türk mü yoksa? Cevabı baştan söyleyip merakınızı kaçırmak gibi olmasın ama hayır.

‘Hindi’ nereden geliyor

Meleagris gallopavo yani bizim anlayacağımız ismiyle hindi, Amerika’ya ilk göç edenler tarafından keşfedilmiş bir hayvan. Yani aslında bu hayvan kadim zamanlardan beri Amerika kıtası habitatının bir üyesi. Aztekler zamanında evcilleştirilen bu hayvan, 1520’lerden itibaren İspanyol ve Portekiz kaşifler tarafından İspanya’ya getirildi. İspanya’dan sonra ise tüm Avrupa’ya yayıldı. Bu dönem, sınırları Avrupa’da olan Osmanlı’da da hindi tanınmaya başlandı. 

Bu yeni dünya keşfi kuşun “turkey” olarak isimlendirilmesi ise ticareti yüzünden. Bu yıllarda Akdeniz ticareti Levantenlerin elindeydi. Yani esasen bu kuşun ticaretini yapanlar Konstantiniyyeliydi. Levant şirketi yani diğer bir adıyla Türkiye tüccarları (Turkey Merchants) tarafından ticareti yapılan bu kuş, zaman içinde Türkiye kuşu ya da Türkiye horozu ismini aldı. Zaten bu dönemde İngilizler Doğu’dan gelen bütün ürünlerin başına nereden gelirse gelsin Turkey ibaresini ekliyordu. 

Diğer dillerde hindiye ne diyorlar peki? Bu soru hindinin hikayesini anlamamız için çok elzem. Hindinin Fransızcası “dinde” Hint tavuğu anlamına geliyor. O dönemlerde yaygın görüş hepimizin de aşina olduğu üzere, Hindistan’la Yeni Dünya’nın aynı olduğuydu. Bu sebeple yeni dünya menşeili bu kümes hayvanına Fransızlar da bizim gibi ya da biz de Fransızlar gibi Hintli diyoruz!

Hikaye burada bitmeyip daha da karışıyor. Mesela Portekizcede hindiye “Peru kuşu” deniyor. Tayland, Filipinler ve Endonezya’da ise bu kuşun adı “Hollanda tavuğu.” Hollanda ve Almanya’da Hindistan’daki bir limandan esinlenerek kalkoen/Kalkuhn dense de zaman içinde Almancaya da Türk horozu ibaresi adapte olmuş. İşin komik tarafı ise Hintliler hindiye Peru’ya ait olduklarını düşündükleri için Peru anlamına gelen isimler koymuşlar… Koskoca dünyaya bir hindiyi sığdıramamışız yani! 

Masanın “değersiz” kahramanı

Gelelim hindinin neden yılbaşlarında yendiğine… Esasen hindi, bir yeni yıl yemeği değil; şükran günü yemeğidir. Şükran günü tıpkı ismi gibi, Amerika Kıtası sakinlerinin yılın son günlerinde yapılan tüm hasatlara ve geçmiş yılın nimetlerine şükretmek için geniş ziyafet sofralarıyla kutladıkları bir ulusal bayramdır. 19. yüzyılda Abraham Lincoln’ün başkan olmasıyla ulusal bayram olma yolunda ilerleyen bu bayramın Amerika’daki kökeni ise 17. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Her ne kadar Amerika kıtasına yerleşen ilk kolonicilerin bu yıllarda şükran günü yemekleri yendiği bilinse de bu günle özdeşleşmiş olan hindinin o zamanlarda yendiğine dair pek kanıt yok. Kanıtı olan tek şey, o dönemdeki Amerika kıtasının asıl sahipleri olan yerel halkla kolonicilerin yemeklerini paylaşması ki zaten bu şükür bayramının kökleri Avrupa hasat festivaline ve Hıristiyanlığa dayanıyordu ve oldukça eskiydi. 

Hindinin şükran günlerinde bu kadar popüler olmasının sebebi ise daha yakın yüzyıl olan 19. yüzyıla uzanıyor. Bunun başlıca sebebi aslında çok basit. Çünkü her yerde bu kuştan vardı! Neredeyse 10 milyon hindinin bulunduğu tahmin edilen bu yüzyılda hindi yememek daha tuhaf olurdu açıkçası. 

Diğer bir sebep ise, hindinin diğer hayvanlara göre daha değersiz oluşuydu. Tavuğun her gün yumurtlaması ya da ineklerin sütünün sağılmasının yanında hindi yalnızca eti için beslenen bir hayvandı. Bu sebeple çok kolaylıkla gözden çıkarılabilirdi. 

Bunun yanında hindi, büyüklüğü sayesinde çok nüfuslu bir aileyi doyurabilirdi. Daha ne istenir ki? Uygun fiyatlı ve geniş aileleri doyurabilen, neredeyse maliyetsiz bir kümes hayvanı. Bu sebeplerle zaman içinde hindi, şükran günlerinde masanın kahramanı olmuş ve günümüze kadar bu gelenek süregelmiştir. 

Bu arada hindinin yağ ve kolesterol oranının çok düşük olduğunu da unutmadan söyleyeyim. Herkese mutlu, huzurlu ve en önemlisi koronasız sağlıklı bir yıl dilerim. Umarım 2022, 2021’i aratmaz! 

Kaynaklar:

https://www.britannica.com/story/why-do-we-eat-turkey-on-thanksgiving

https://www.etymonline.com/word/turkey

https://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=97541602

https://www.cnrtl.fr/etymologie/dinde

https://www.dictionary.com/e/turkey/

Doğum günlerinde neden pasta yeriz?

Çeyrek asıra giriş yaptığım bu gün, benim doğum günüm. Kendime verebileceğim en güzel doğum günü hediyesinin göz bebeğim Tarih ve Tarif’e yazı yazmak olduğunu düşündüm. Uzun zamandır kafamı kurcalayan bir soru işaretini de böylelikle çözüme kavuşturmak istiyorum. Neredeyse dünyanın her yanında milyonlarca insan tarafından kabul edilen ortak bir geleneğimiz var: Doğum günlerinde mum üfleyip pasta kesmek. Peki neden?

Doğum günlerinde neden pasta yeriz?

İnsanlar anatomik olarak acıdan kaçmaya odaklıdır. Büyük büyük atalarımız besin rejimlerinin avcı-toplayıcı olduğu zamanlarda, topladıkları yiyeceklerin zehirli olup olmadığını anlamak için çoğunlukla deneme yanılma yoluna başvurmuşlardır. Bu sebeple acı zehirle, tatlı ise zehir barındırmamakla özdeşleşmiştir. Bazı obur atalarımız her ne kadar bu bilgiyi canlarıyla ödediyse de, onlara minnettarız

Artemis

Antik Dünyanın Mirası

Öncelikle mum ve pasta fikrini, Antik Yunanlılara borçluyuz. Yunanlılar ışık ve ay tanrıçası güzeller güzeli Artemis’e minnettarlıklarını sunmak için ay şeklinde kekler yaparlardı ve tıpkı ay gibi ışık saçmasını istediklerinden üzerine mum dikerlerdi.

Kutlama fikri ise Antik Mısır’dan. Firavunların taç giyme törenleri Antik Mısır’da şaşalı ve keyifli kutlamaların doğmasına sebep olmuştur. Antik Yunanlılar ise bir kişi yahut bir tanrıya adanan bu kutlama ideasından etkilenmişler ve kendi kültürlerine harmanlamışlardır.

Aslında daha tarih akışında doğum günü partisi kavramı oluşmamışken Roma aristokratlarının doğum günlerini kutladıklarına dair birkaç görüş bulunmakta. Ama asıl kutlama fikri, 15. yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Almanya’da bu tarihlerde çocuklar için bir festival yapılırdı. Kinderfest olarak adlandırılan bu festivalde ana inanç çocukların doğum günlerinde kötü ruhlar ve şeytanlar tarafından zarar geleceğiydi. Bu sebeple sabah erkenden kek pişirilir ve üstüne çocuğun yaşının bir fazlası kadar mum konurdu. Bu ilave edilen ekstra mum anne babaların çocuklarının bir sene daha yaşayacağına dair umudunu temsil ederdi. Sabah erkenden hazırlanan bu keklerin üzerindeki mumlar söndürülmez, eğer mum sönerse hemen yenisi ile değiştirilirdi. Gece yarısı olunca doğum günü olan çocuğa dileklerinin tanrıya ulaşması için bir nefeste söndürmesi gerektiği tembih edilirdi. Mum günümüzde dahi üç semavi dinde de dileklerin yaratıcıya ulaşması aracılığı için kullanılmaktadır.

Sömürgeciliğin tavan yaptığı 1600’lerde, Avrupalılar bu kutlamayı neredeyse dünyanın her yerine taşıdılar. Ancak o dönemin fırıncılığı ile günümüz fırıncılığı arasına dağlar kadar fark bulunmaktadır. 1600’lerde kek yahut benzeri gıdalar için pişirme yalnızca maya kullanılarak yapılıyordu. Mayalı hamur yapmak uzun ve karmaşık bir süreçti, keza pişirmek de öyle.

Peki bu kutlama günümüze nasıl evrildi?

Tarihler 19. yüzyılı gösterdiğinde, gıda artık teknoloji ile birleşmeye başlamıştı. Gıda üzerine pek çok deneyler yapılıyor, saklama koşulları değişiyor ve yeni icatlar ortaya çıkıyordu. 1800’lerde İngiliz bir kimyager olan Alfred Bird, bir dizi gıda maddesi üzerinde çalışıyor çeşitli deneyler yapıyordu. Eşi Elizabeth Bird’ün maya ve yumurtaya karşı olan alerjisi onun bu ikisinin yerine ikame kullanılabilecek kimyevi ürünler denemeye itti. Bird, Hidroklorik asit yerine tartarik asit, mısır nişastası yerine ise sodyum bikarbonatı birleştirerek mucizevi bir ürün icat etti: Kabartma tozu.

Kabartma Tozu

Bir aşk hikayesinden doğan kabartma tozu sayesinde artık pastalar hem daha kabarık hem de daha hafif olabiliyordu. Bu mayalı keklerden çok çok daha kolay hem de hacmen daha tok bir görünüme sahip olmasını sağlıyordu. Kek kavramı kabartma tozundan önce yassı, yuvarlak ve meyve dolgulu bir yiyecek manasını taşırken kabartma tozu ile birlikte hem daha lezzetli hem de daha karakteristik bir manaya bürünmüştü.

Şekerin üretimi ve işlenmesi manuel olarak çok zor ve meşakkatli olduğu için uzun yıllar boyunca lüks tüketim maddesi olarak kullanılmıştı. Endüstrileşmenin şekeri ulaşılabilir kılması da, pastacılığın yaygınlaşmasına öncülük etmiştir.

Sonrası ise klasik bir şekilde Sanayi Devrimi’nin velinimetleri. Pişirme süresini kısaltan ve kolaylaştıran kabartma tozu ile seri üretimin yaygınlaşmasıyla pastane sektörü doğdu. Artık sadece Romalı aristokratlar değil, dünyanın her yerinde sosyoekonomik konumu fark etmeksizin herkes pasta yiyebiliyordu.

Ezcümle, iyi ki doğdum!