Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet rejimi, 1923’te, kendi toprağından öteyi vatan bilmeyen yoksul köylüler ülkesinde kurulmuştu. Gazi Mustafa Kemal’in Cumhuriyete doğru yürürken 1922’nin 1 Kasımında söylediği üreten köylü milletin efendisidir özdeyişi köylüyü çiftçi yapma ve kendi kaderine egemen olma hedefini gösteriyordu. İddialı hedeftir. Çünkü yoksulların zaferi ile sonuçlanan Milli Mücadelenin başta köylüler ve işçiler olmak üzere emeğin seferberliğiyle gerçekleştiğinin bilincindeki kadrolar bu toprakları bir ziraat memleketi olarak tanımlıyor ve işe 1924’te Köy Kanunu’nu çıkararak başlıyorlardı. Bu gelişmenin ana taşıyıcı kolonu örnek çiftlikler olacaktı. Ve bunun ilk örneği de AOÇ, Atatürk Orman Çiftliği’dir. Gelin Çiftliğin kuruluş yıllarına özet olarak bir göz atalım.
Atatürk Orman Çiftliği, bir özgürleşme hareketinin, özellikle tarımsal emeği, tarımı dönüştürme hareketinin deney alanı olmuştur. Bu proje, esas olarak kırsal insanın dönüştürülmesine yönelik Köy Enstitüleri ve Halkevleri ile birlikte değerlendirilmelidir.
Çiftlik, umutsuzluğun yerini güvene, kaderciliğin yerini mantığa, geleneksel olanın yerini bilim ve tekniğe bırakmasının en çarpıcı örneğidir.
Ankara’nın hemen yakınında, özellikle de son derece verimsiz, çorak ve bataklık bir alanın seçilmiş olması bir rastlantı değildir. Bu örnek kamu girişimi, genç Cumhuriyetin kararlılığının ve iradesinin de göstergesidir. Bozkır ve bataklıktan, bilim ve tekniği kullanarak ve uygulayarak kamu girişimciliğinin en güzel örneği verilmiş ve örnek bir çiftlik yaratılmıştır.
Proje, tarımsal bir çiftlik yaratılmasının ötesindedir. Tarımın kendisiyle ilişkili sınaî üretimi de gerçekleştirecek biçimde, birlikte geliştirilmesi ve bunlardan da önemlisi üretici güç insanın eğitilmesi ve dönüştürülmesi projesidir. Çiftlik için özellikle uygun çevresel koşulların olmadığı verimsiz topraklara sahip alanların seçilmiş olması, önyargıların yıkılması, olanaksız görünenin gerçekleştirilmesi, her şeyden önce halka, kendi gücüne güven duygusunun kazandırılması isteğinin önemli bir göstergesi olarak görülmelidir. Bu konuda Gazi Mustafa Kemal’in şu sözü çok çarpıcıdır: “Biz ıslah etmezsek kim ıslah edecek!” ve Gazi’nin talimatı nettir; “Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan dahi yeşillikler arasında olduğunu fark etsin”.
14 Temmuz 1929 tarihli bu fotoğrafta Gazi’nin hüzünlü hali belki de AOÇ’nin bugününü öngörmesindendir.
Çiftlik, 5 Mayıs 1925 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendi adına 20 bin dekar civarında bir arazinin satın alınmasıyla Gazi Orman Çiftliği adıyla kurulmuş, aynı yıl içinde çevreden alınan arazilerle birlikte toplam arazi büyüklüğü 102 bin dekara ulaşmıştır. Daha sonra ülke çapında yaygınlaştırılan bu örnek çiftlik diğer çiftliklerle birlikte 11 Haziran 1937 tarihinde Atatürk tarafından Hazine’ye bağışlanmıştır. Atatürk’ün bu bağışının ardında bir anlamda, o dönemin toprak reformu çözümlerine karşı olanlarla, devlet yöneticilerine bir özveri dersi verme isteği olabilir. Hazineye bağışlandığı tarihte, Çiftliğin Ankara dışındaki arazileriyle birlikte toplam 154 bin dekar arazisi bulunmaktaydı. Peki ya 2021’i yarılamışken?
Gazi Orman Çiftliği’nin oluşturulmasındaki kuruluş amaçlarına yakından baktığımızda nelerin yitirilmiş olduğu daha iyi anlaşılmaktadır:
Tahıl cinslerinin ıslahı için yeni türlerin araştırılması, halka tanıtımı ve dağıtımı,
Hayvancılığın özendirilmesi, yeni cins ve ırkların araştırılması, başarılı olanların halka tanıtımı,
Üretilen tarım ürünlerinin işlenerek değerlendirilmesi ve halka sunumu,
İklim koşullarına uygun yerli ve yabancı meyve türlerinin üretimini yapmak, halka göstermek ve bölgede yaygınlaştırmak,
Bağcılığı geliştirmek ve halka tanıtmak,
Bilimsel yöntemlerle ağaçlandırma yapmak, korular, ormanlar oluşturmak, yurt çapında ağaçlandırmayı özendirmek,
Çiftlik ve bölge için gerekli meyve ve bağ fidanlarının üretimi amacıyla fidanlıklar kurmak,
Makineli tarıma geçiş için gerekli ziraat alet ve makine üretimine yönelik atölyeler kurmak,
Tarım öğretimini uygulamalı olarak pratik dersler ve stajlar yoluyla halka yaygınlaştırmak,
Çiftliğin ürettiği gıda maddelerini doğrudan halka satmak,
Kooperatifçiliği özendirmek, önemini halka göstermek, tarımın her kolunu kurarak ideal bir çiftlik modeli oluşturmak.
Görüldüğü gibi AOÇ, üretici güç insanın dönüştürülmesi, tarımın ilişkili olabileceği sınaî üretim ile birlikte geliştirilmesi, halkın gereksinmelerinin sağlanması, temiz ve sağlıklı gıda üretimi gibi hedeflere birlikte ulaşmaya yönelik kapsamlı bir tasarının ürünüdür. AOÇ tarım ve hayvancılıkta modern yöntemlerle elde edilen ürünü kendi fabrika ve atölyelerinde işlenmesi ve pazarlanmasını da içeren tümleşik bir model içermekteydi. Buradaki, insanın dönüştürülmesi ve özgürleştirilmesi projesi, gerek bilim ve tekniğin kullanılarak üretkenliğin artırılmasına, gerekse de tarımsal işgücünün eğitimi ve kooperatifleşme yoluyla kolektif aklın inşasına dayalı bir projedir.
A.O.Ç, bir örnek çiftlik olmasının yanı sıra aynı zamanda bir okul, eğitim-araştırma kuruluşu niteliğinde idi. O tarihlerde, modern tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması için köylü çocukları Çiftlik’te ders görüyordu. Diğer yandan, Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne girecek olan lise mezunlarının bir yıl süreyle Çiftlik’te tarım işçisi olarak çalışması şart koşulmuştu. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde en saygın eğitim kuruluşlarından biri olan ziraat, veterinerlik, ziraat makineleri mühendisliği dallarında eğitim veren bu okul öğrencileri o yıllarda tüm gün boyunca Çiftlik’te yaşayarak staj görürlerdi.
Yeri gelmişken 2011 yılında AOÇ Müdürlüğü tarafından açılan Logo yarışmasından da kısaca bahsetmekte yarar vardır. Yarışmaya katılan 1100 eserden sadece Atatürk’ün traktör üzerindeki fotoğrafının çizildiği, Atatürk’ün el yazı karakteriyle Atatürk Orman Çiftliği yazısının ve AOÇ’nin kurulduğu yıl olan 1925 ibaresinin yer aldığı D. Erhan Yalvaç’ın eserine mansiyon ödülü verilmiş olup, o da kullanılmamıştır. Ben bu logoyu çok sevdiğim için yazıyı bahane edip sizlerle paylaşmak istedim.
D. Erhan Yalvaç’ın eseri
Merkez Lokantası
Cumhuriyetin kalbi, devrimin başkenti Ankara’nın giderek unutulan bir geleneği vardır: İçkili Lokantalar. Bu mekânlar meyhane değildir. Menüleri, masa ve servisleri çok daha farklı ve özenlidir. Müdavimleri de öyledir.
İki dost: İsmet Paşa ve Gazi Mustafa Kemal Merkez Lokantasında
Merkez Lokantası’nın ilk nüvesi, 1925 yılında Çiftliğin kurulacağı bataklığı, sık sık yerinde inceleyerek ve zaman zaman da bizatihi işin başında bulunan Gazi Mustafa Kemal için sabahları bir kahve içebilsin, öğle vaktinde yemeğini yiyebilsin diye yapılan sundurma/mutfak ile başlar.
Sundurma, barakaya; baraka da müştemilata dönüşür. Ve Gazi Paşa, devrimin bazı kritik dönemeçlerini bu mekânda akşam kurduğu bilgin dost sofralarında biçimlendirir.
1930’lu yıllarda lokanta haline getirilip Tarım Bakanlığının işletmesine verilen ve 1956 yılında son şekline Alman mimarlar vasıtasıyla getirilen mekân, 1962 yılında özelleştirilerek hizmet vermeye başlamıştır.
Lokanta, 80 yılı aşkın tarihi ile nerede ise Ankara’nın en eski lokantası idi ve icra yoluyla boşaltılmadan önce her biri yüksek kalibreli, becerikli ve güler yüzlü 30’ar yıllık tecrübeli mutfak ve servis elemanları vardı. O nedenle de, o sağlam gelenek sürdürülebiliyordu.
Merkez Lokantası, Atatürk’ten sonra da uzun yıllar Başkentin kalbinin attığı mekânlararasında yer aldı. Bakanların, milletvekillerinin, Ankara bürokrasisinin, yabancı diplomatların, aydınların bir zamanlar müdavimler arasından yer aldığı Merkez Lokantası, tam anlamıyla Cumhuriyete tanıklık etmiş bir toplumsal hafıza merkezi idi.
Yıllarca damak çatlatan lezzetler eşliğinde, vatanın gözyaşlarını dindirmek için çeşitli tartışmaların / fikirlerin havada uçuştuğu Merkez Lokantası, kapatılmadan az önce 250 kişilik ana salonunun yanısıra, 80 misafirin ağırlandığı Ata Salonu ve devasa bahçesiyle, başkentin vazgeçilmezleri arasındaki yerini koruyordu.
Üç silahşör
Lokantanın ileri üçlüsünde hiç değişmeyen, eskimeyen lezzetler vardı. İlki, lokantada her gün çıkan tereyağlı su böreği. Merkez Lokantası’na rakı sofrası için gelenler dahi çoğu zaman kavun – peynir yanında açılışı su böreği ile yapıyordu.
İkincisi, kıvamında lif lif olmuş pamuk gibi kuzu tandır. Bence Ankara’daki tandırlar içinde ilk üçe kesin girerdi.
Üçüncüsü de, Gazi Paşa’nın temel değişmez sofra dostu, Erzurum’un İspir ilçesinden getirilen fasulye ile 1930’dan bu yana aynı bakır kaplarda pişirilen etli kuru fasulye. Bir de tüm bunların yanında günün zeytinyağlısı. Hele de enginar denk geldi ise yemede yanında yat gerçekten.
Başkentin adını taşıyan Ankara Tavayı tadabilmek için ise perşembe günü restoranda olmak lazım(dı). Pilav ve kuzu eti ile hazırlanan Ankara Tava, adına yakışır şekilde gerçekten lezzetliydi. Pazar günleri ise lokantada bambaşka bir lezzet olan ve günümüz de usta işi yapılanın da azaldığı Talaş Böreği servis edilirdi.
Mekanın balık mevsimindeki kıvamında ızgaraları, racona azami özen gösterilerek pişirilmiş ve görüntüsü ile hem gözlere hem de damaklara hitap eden zeytinyağlı mezeleri de not edilmeyi yeterince hak eden lezzetler arasındaydı. Ve bir de, damakları bayram yerine çeviren ve yıllarca aynı ayardaki beyaz peynir ile mevsimin icapları dâhilinde tedarik edilen malzeme ile yapılan baş tacı tatlılar da unutulmaz.
Ve sarı votka
Efendim, bürokrat da denir de ama aslı homomemuruslardır. Yukarıda da değinmiş idim; öğlen yemeklerinde bir dönem çok gidilirdi. Mehmed Kemal sitili öğlen rakılarından imtina edenler ya da mesaide içki kokusu çakılmasın diyenler için lokantanın sarı votkası birebirdi.
Limon kabuğu ve karanfille hem hal olmuş ve uzun süreler dinlendirilmiş votkanın tadı, gerçekten mükemmeldi. Mekân, sarı votka geleneğini kapanana kadar büyük bir özenle sürdürmüştür.
Bitirirken not etmeliyiz kiArtık ne AOÇ, ne de Merkez Lokantası var!…
Cumhuriyetin Ankara’sı, nerede ise son çeyrek asırdır çok tahrip oldu. Birçok kent suçuna ev sahipliği yaptı. Ve Ankaralı yurttaşlar, sessizliğe bürünerek bu suça en hafif deyimi ile yataklık yaptı. Bu konuda çokça düşünmek ve emek sarf etmek lazımdır. Gazi Paşa’nın mirası yok edilmiştir.
Büyük usta Nazım Hikmet’in birkaç dizesi ile yazımızı noktalayalım;
(..)
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Son notlar (1) Bu alt kısmın yazılmasında geniş ölçüde; H. Çağatay Keskinok (2000) Atatürk Orman Çiftliği: Kuruluşu, Sorunları ve Gelişme Seçenekleri İçin Öneriler. Mimarlık Dergisi. S.292.s.43. Ankara (2) Merkez Lokantasına ilişkin menü fotoğrafları 2012 Ekim ayında uber dost Engin Bural tarafından çekilmiştir. 2012 sonbaharında Saray inşaatı nedeniyle müşterisiz ve dolayısıyla gelirsiz bırakılan lokanta / işletme kira borcu gerekçe gösterilerek icra yoluyla boşaltılmış ve iki yıl sonra da İstanbullu bir içkisiz kebap zincirine devredilmiştir.
Atatürk Orman Çiftliği’nin arazi ve plan bütünlüğünü aşındıran müdahaleler 1950’lerde Karşı Devrim’in güçlenmesiyle hibe koşullarını aşındıran satışlar ve tahsislerle başlamıştır. 29 Mayıs 1959 tarihli 7310 sayılı Kanun’la 725 dekar AOÇ arazisinin satışı düzenlenmiş; 6 Haziran 1959’da Resmî Gazete’de yayımlanan bu düzenleme, bütünlüğün bozulmasında kritik bir eşik olmuştur.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi bünyesinde hazırlanan Atatürk Orman Çiftliği oluşumunun, yapılanmasının ve yapılaşmasının neresinde yer alındığını gösteren “Hangi Yerleşke AOÇ” adlı çalışmada görüleceği gibi;
“Eskişehir Yolu, İstanbul Yolu, AŞTİ Bulvarı ve yeni açılan Ankara Bulvarı (ki, gerçekte plandaki adı AOÇ Bulvarı’dır), AOÇ arazisini batıya doğru kat ederken, beşincisi bunu kesen Anadolu Bulvarı olarak gerçekleşmiştir; tümü de bu arazinin bütünlüğünü zedeleyerek kalan arazi parçalarını hem küçültmüşler ve hem de nitelikli varlığını risk altına sokmuşlardır! Bunun farkında mıyız? Arazi bölünmesi yaşanırken ortaya çıkan kullanım ve mülkiyet deseni, artık bağlantısı kopan arazilerin konum, ilişki ve kullanım açısından AOÇ’nin olduğu duygusu ve bilgisini yeniden canlandırmamızı bile zorlamaktadır. Yalnızca resmî kurumlar ve devlet daireleri değil, parti binaları, askeri bölge ve kullanımlar, özel eğitim kurumları ve üniversiteler ve otobüs terminalleri gibi büyük; ama benzinlik, büfe, lokanta benzeri küçük işletmelerin de aralarında olduğu, aidiyetlerini gizleyen araziler ve yapılar dışında, yalnızca açık yeşil alanlar, Atatürk Orman Çiftliği’ne ait oldukları konusunda bir açık mesaj vermektedir.”
Atatürk Orman Çiftliği haritası üzerinde talan edilen araziler görülebiliyor.
Atatürk Orman Çiftliği haritası üzerine talan edilen arazilerin üzerine inşa edilen bu yapıları oturttuğumuzda yıkımın dehşetiyle irkilmemek mümkün değildir. Bugün adını tek tek saymaya kalksak toplamda yüzlerce bina ve yerleşke Atatürk Orman Çiftliği arazileri işgal edilerek konumlandırılmıştır. Bunlardan bazıları; ASKİ Genel Müdürlüğü Eğitim ve Spor Tesisleri, Ankara Atlı Spor Kulübü, Gençlerbirliğ Tesisleri, Alparslan Türkeş Mezarlığı, Başkent Öğretmenevi, Orman Genel Müdürlüğü Lojmanları, Devlet Mezarlığı, Gazi Orduevi, Benzin İstasyonları, Bayraktar Twins (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı), Tevfik İleri İmam Hatip Lisesi, Çevre ve Orman Bakanlğı, Yüksel İnşaat ve HaberTürk Binası, Emsan Sitesi, İşçi Blokları, Gazeteciler Sitesi, Seylap Blokları, İpek Sitesi, Yüzüncü Yıl Sitesi, Urankent, YDA 1. Etap, Gimat Toptancılar Sitesi, Rize Gross, SSK Blokları, Konkur sitesi, Mitaş Enerji, Koray Outlet, Şaşmaz, Optimum Center, Danıştay, Ahmet Hamdi Akseki Cami, Öz Ankara Toptancılar Sitesi, ATB İş Merkezi, ACity Outlet, Tan Oto, Tepe Home, Atisan Sanayi Sitesi, Efe Plaza, Gordion AVM, ve adını burada tek tek sayamadığımız niceleri… * Hangi Yerleşke AOÇ
2000’lerden itibaren yetki devri ve protokoller aracılığıyla, AOÇ üzerindeki planlama ve kullanım kararlarında belediye ve farklı kamu aktörlerinin rolü genişlemiştir. 19 Ekim 2011 tarihli protokolle AOÇ Hayvanat Bahçesi alanının kullanım hakkı Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne verilmiş; izleyen plan kararları “Yenileme Alanı” tanımı ve uygulamalarıyla ANKAPARK gibi büyük ölçekli projelerin zeminini oluşturmuştur. Bu süreç, üst ölçekli koruma hedefi yerine projeye göre parça parça planlama pratiklerini öne çıkarmıştır.
Yargı denetimiyle bu gidişat birçok kez durdurulmuştur. 3 Ağustos 2015’te Ankara 5. İdare Mahkemesi, AOÇ Koruma Amaçlı İmar, Ulaşım Planı ve Uygulama Projesi’ni, AOÇ’nin kuruluş amacına ve 1. derece doğal-tarihi sit niteliğine aykırılık gerekçesiyle oybirliği ile iptal etmiştir. Kararın ardından, planlara dayalı inşa süreçlerinin parçası olan Ankara Bulvarı, belediye duyurularıyla Ağustos 2015’te trafiğe kapatılmış; ancak idarenin yaptığı yeni plan değişiklikleri ve uygulamalarla mahkeme kararının uygulanabilirliği fiilen ortadan kalkmıştır.
Buna karşın izleyen yıllarda, iptal edilen kararların revize edilip yeniden onaylanması ve benzer fonksiyonların yeni planlarla tekrar gündeme getirilmesi görülmüştür. Meslek odaları bu pratiği, “iptal, revizyon, yeniden uygulama” şeklinde işleyen bir süreklilik döngüsü olarak tanımlamaktadır. Bu metinde ‘sürdürülmüş ihlal’ terimiyle kastedilen, tam olarak bu döngüdür.
Sonuçta AOÇ’deki yıkım, tek bir siyasi döneme indirgenemeyecek birikimli kararlar ve temelinde karşı devrim sürecinin ürünüdür. Farklı dönemlerde belediye, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşlarınca alınan kararlar; koruma statülerine rağmen alanın parçalanmasına, işlevsel süreksizliğine ve plan bütünlüğünün zayıflamasına yol açmıştır. Ortaya çıkan bu tablo, AOÇ’nin 1. derece doğal ve tarihi sit alanı statüsü ve kuruluş koşulları ile uyumlu, tutarlı ve şeffaf bir üst ölçekli koruma-kullanma stratejisine duyulan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Yöneten değişse de yönetim anlayışı değişmedikçe talan devam etmektedir. Türk ulusu, bu gidişata dur diyerek Cumhuriyetimize ve onun simgesi yapı ve kurumlara sahip çıkmalıdır.
AOÇ’nin bütüncül bir koruma-imar planı ile korunması yerine parsel temelli müdahalelerle yapılaşmaya açılması, arazinin bütünlüğünü bozmaktadır. Örneğin 50 metre genişliğinde duble yollar ile AOÇ tarım arazilerinin bilerek ve isteyerek parçalara bölünmesi sağlanmıştır. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ne göre de bu yollar AOÇ arazisini “parça parça bölerek” toprak bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Ankara 4. İdare Mahkemesi söz konusu yolları içeren imar planlarını iptal ederek AOÇ tarım arazilerinin kesilmesine geçit vermemiştir. Ancak plan değişiklikleri küçük ölçekte devam etmektedir; Mimarlar Odası bu eksende AOÇ için kapsamlı bir koruma amaçlı üst ölçekli imar planı hazırlanması ve bölücü yol yapımlarının derhal durdurulması çağrısında bulunmuştur. Oda ayrıca 13 Nisan 2021 tarihli açıklamasında Gökçek döneminde planlanan yollardan bir tanesinin Atatürk Orman Çiftliği’nin talan edilmesi bölünerek parçalanmasının en önemli uygulamalarından olduğunu, “İ. gökçek tarafından planlanan yolun Mansur Yavaş tarafından inşa edildiğini” bildirmiştir.
Atatürk Orman Çiftliği alanları, son yıllarda büyük ölçekli projelerle hızla dönüşüme uğratılmaktadır. ANKAPARK örneğinde olduğu gibi 1,2 milyon metrekarelik hayvanat bahçesi alanı 2013 yılında eğlence parkına dönüştürülmüştür. 2018 yılında çıkarılan bir kanunla, bu alan 29 yıl süreyle Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. Harita Kadastro Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin uyarısına göre ANKAPARK, AOÇ arazi yapısını gasp ederek “ticarethaneye çevrilmektedir”.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı (“Beştepe Külliyesi”) da AOÇ üzerinde inşa edilen bir başka dev projedir. Danıştay, bu külliyenin bulunduğu alana herhangi bir “kamu/kurum binası” yapılamayacağı kararını vererek inşaatın temelini hukuken engellemiştir. Ancak Saray inşaatı her türlü uyarıya karşın başlamış ve zaman içinde yaklaşık 750 bin m²’yi aşan bir alana yayılmıştır. Bu çalışmalar için tahminen 10 binin üzerinde ağaç kesildiği değerlendirilmektedir. İnşaat çalışmaları sırasında Atatürk Evi’nin yanında bulunan Tarımcı Atatürk Heykeli ve Meydanı’nda yer alan rölyeflere bilerek zarar verilmiş ve parçalanarak pek çok parçası kaybolmuştur. Devlet bursuyla heykel ihtisasını Paris’te yapan Türk heykeltraş Burhan Alkar 1930 doğumlu olması ve ilerlemiş yaşına rağmen yetkililere rölyeflerin ücretsiz tamir edilmesi ve ücretsiz olarak yeniden yapılması için deyim yerindeyse yalvarmıştır. Bu bile tek başına tarihe kara leke olarak geçecektir.
Atatürk Orman Çiftliği arazisinin ABD büyükelçiliğine satışının iptali ile ilgili Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açtığı davada Yargıtay satış kararını bozmuştur. Diğer bir ifadeyle satış kanun dışı ise arazi de yapılan büyükelçilik kompleksi de fiilen işgal edilmiş vatan toprağı olarak değerlendirilebilir! Hukuk mekanizması kullanılarak bu kararın da arkasından dolanılacaktır, bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti sessiz bir işgal yaşamaktadır. Türk Ulusu savaşmadan yenilmektedir.
AOÇ arazisi içinde Sağlık eski bakanıyla ilişkili olan TEBA Vakfı’na 2025’te tahsis edilen Medipol Üniversitesi kampüsü inşaatı ve TÜRK İŞ Konfederasyonu bina inşaatı mahkeme kararlarına rağmen sürmektedir. Ayrıca yeni bulvar-yollar (ör. 4,2 km uzunluğunda 50 m genişliğinde güzergâh) gibi büyük kamu-özel yatırımları da AOÇ arazileri üstünde öne çıkmaktadır. Bu mega projeler, AOÇ’nin ekolojik ve kamusal bütünlüğünü ortadan kaldırarak, kullanım amacını dönüştürmektedir.
Atatürk Orman Çiftliği’nin koruma statüsü, çeşitli hukuki ve idari düzenlemelerle zaman içinde değiştirilerek projelere zemin hazırlanmıştır. 2012 yılı itibarıyla, AOÇ arazisinin birinci derece doğal ve tarihi sit alanı statüsü, Ankara Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından kaldırılmıştır. Sit derecesinin düşürülmesiyle, AOÇ arazisinin Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmesine ve sıkı koruma hükümlerinin gevşetilmesine olanak sağlamıştır .
2014 yılında Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, tarihi sit alanlarında “kamu hizmet binaları” yapımına izin veren bir ilke kararı almıştır. Ancak Danıştay bu kararı hukuka aykırı bularak iptal etmiştir. 2021yılında aynı kurul, “kamu hizmeti” yerine “resmî kurum” ibaresi içeren bir düzenleme yapmıştır. Bu değişiklik de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından hukuka aykırı bulunarak durdurulmuştur. Yargı kararlarıyla, AOÇ alanlarında yapılaşmaya yönelik idari girişimler defalarca engellenmesine rağmen Cumhuriyetle hesaplaşmanın zirve mekânı AOÇ görüldüğü gibi her an tehdit altındadır.
Atatürk Orman Çiftliği arazisinde, yürütmenin durdurulması adına verilen yargı kararlarına rağmen, aynı alan için yapılan yeni plan değişiklikleriyle mahkemenin iptal kararlarını fiilen ortadan kaldırmaya yönelik bir yaklaşım sergilenmektedir. Örneğin, Türk-İş Konfederasyonu Binası ve Medipol Üniversitesi kampüsü için 2022 yılında yapılan imar planı değişiklikleri, açılan davalar sonucunda Ankara 16. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Ancak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 30 Mayıs 2024 tarihinde aynı alana “Özel Sosyal Tesis Alanı” statüsü tanıyan yeni bir plan hazırlamıştır. Bu durum, idarenin mahkeme kararlarına uymama eğilimi olarak değerlendirildiğinde, hukuki güvenliğin zedelenmesi durumuyla karşı karşıya kalındığı/kalınacağı ortadadır. Burada Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, davadaki müdahilliğini geri çektiğini, Etimesgut Belediyesi’nin ise, bu süreçte inşaat ruhsatı vererek projelerin devamını sağladığını hatırlatmak yarar var. Aynı zamanda bu tutum hukuki süreçleri zayıflatarak AOÇ arazilerinin korunması açısından büyük risk oluşturmuştur.
AOÇ arazileri uzun süreli tahsis ve kiralamalarla kamu elinden çıkarılmaktadır. AKP döneminde on binlerce dönüm AOÇ arazisi, çeşitli kamu kuruluşlarına ve özel vakıflara devredilmiştir. 2012 yılında 1,37 milyar TL’ye inşa edildiği söylen Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve 801 milyon dolar maliyetli ANKAPARK, bu tahsisli alanlar üzerinde yer almaktadır. 2022 yılında açılan ABD Büyükelçiliği de tahsisli AOÇ arazisine kurulmuştur. Böylece AOÇ, aslen kamu kullanımına ayrılmış bir şartlı bağışla halkımıza emanet edilmişken, el birliğiyle büyük yatırımlar için ‘rant kapısı’ haline getirilmektedir.
Atatürk Orman Çiftliği’ni simgeleyen yapılar zaman içinde işlevsizleştirilip hatıralar unutturulmaya çalışılmaktadır. 1926 yılında inşa edilen ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın örneklerinden biri olan Gazi İstasyonu künefeciye çevrilerek tarihî kimliği yok edilmeye çalışılmaktadır. Atatürk’ün ayağını bastığı yere bile düşman sabıkalı ve sapkın bu anlayış daha önce Marmara Köşkü’nü de yok etmiştir. Benzer şekilde tarihî PTT Gazi Şubesi önü arkası sağı solu ve çatısı köfte kokoreççiler tarafından sarılarak tanınmaz hale getirilmiştir. 1940’lardan beri ailelerin uğrak yeri olan AOÇ Hayvanat Bahçesi 2013’te kapatılmıştır. Yıllarca on binlerce ziyaretçi ağırlayan, Anadolu hayatını da kısmen temsil eden bu mekânın yok oluşu toplumsal bellekte büyük boşluk yaratmıştır.
4 Kasım 2015 gecesi Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) sınırları içindeki Müze ve Sergi Salonu’nda çıkan yangında alevler özellikle malzeme ambarı ve sinevizyon bölümünü etkilerken, Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterinde kayıtlı 263 eser —aralarında Atatürk’e ait fotoğraflar, tarımsal aletler ve çiftliğin kuruluşuna dair değerli objeler bulunuyordu— zamanında tahliye edilerek korunduğu iddia edilmiştir. Ancak yangının ardından müzenin restorasyonu ve yeniden açılışına dair resmî bir adım kamuoyuna yansımamış, konu 2017 yılında TBMM gündemine taşınmasına rağmen sonuçsuz kalmıştır. Böylece AOÇ’nin tarihsel hafızasını taşıyan bu yapı, hem fiziksel yıpranma hem de belirsizlik nedeniyle Ankara’nın kültürel mirasında kayıp bir halka olarak kalmaya devam etmektedir.
Benzer şekilde AOÇ’nin süt fabrikası da işlevini yitirmiştir. geçmişte 150’ye yakın süt ürünü üreten fabrika, bugün sadece süt, yoğurt, ayran ve dondurma gibi temel üretime indirgenmiş durumdadır. Bu tarz üretim tesislerinin küçültülmesi ve bir bölümlerinin özelleştirilmesi, AOÇ’nin “çiftlik” kimliğinin silinmesine neden olmuştur. Bugün Atatürk Orman Çiftliği etiketli ürünlerin çoğu başka üreticiler tarafından üretilmektedir. Özellikle son yirmi yılda büyüyen çocuklar için Atatürk Orman Çiftliği, kokoreç ve köfte dışında bir anlam ifade etmemektedir. Ülkemizi yöneten anlayış, AOÇ’yi, anıtsal değere sahip bir Cumhuriyet mirası olarak değil, rant odaklı ticari ve özel yatırımlara açılabilir bir potansiyel alan olarak algılamaktadır.
AOÇ nasıl korunmalı?
Atatürk Orman Çiftliği’ni korumak için bütüncül bir koruma yaklaşımı gerekmektedir. AOÇ’yi yalnızca bir tarım arazisi ya da rekreasyon alanı olarak görülemez, kurulduğu tarihte hedeflenenler ve kuruluş ülküsünden bağımsız olarak düşünülemez. Bu yönüyle AOÇ’ye, ekolojik koridorları, tarihî yapıları ve üretim alanları ile birlikte yeniden işlev kazandırılması gerekmektedir. Bu yönüyle de Avrupa’daki kentsel tarım parklarından kendisini ayrıştıran eşsiz özellikleriyle de ancak bütüncül bir koruma yaklaşımıyla korunabilir.
AOÇ alanlarına yönelik parçacı imar planları bahse konu bütünlüğe zarar vermektedir. Bağlayıcı bir koruma amaçlı nazım plan, SİT statüsü ve üretim rekreasyon bölgeleri net biçimde tanımlanmalıdır. Meslek odalarının yıllardır altını çizdiği gibi, plan bütünlüğü olmadan bu Ata mirasının korunması olası değildir.
Bugüne dek AOÇ alanları çoğu zaman mahkeme kararlarıyla savunulabilmiştir. Toplumsal sahiplenme olmadan savunma hattı kurulamamaktadır. Aidiyet duygusu çoğunluk üzerinde yerleşmediği için kitlesel eylemler geliştirilememiş sonuç olarak AOÇ alanlarıyla ilgili olarak karar değişikliği ya da geri çekilme sağlanamamıştır.
Cumhuriyetimizi yıkmaya ant içmiş anlayışla yalnızca hukuk mücadelesi yoluyla başarılı olunamadığı görülmektedir. Hukuk sistemini silah olarak kullanan bir anlayışla yalnızca hukuk zemininde mücadele edilemez. Cumhuriyetimizi korumak adına toplumsal denetim mekanizmaları ve farkındalığın yükseltilmesi büyük bir zorunluluk hâline gelmiştir.
Vatandaşların yönetenlerden hesap sormaması durumunda neler olacağı açıkça görülmektedir. Toplumsal denetim mekanizmaları oluşturmadan, yurttaşların kendi eserine sahip çıkmasını bekleyemeyiz.
Bunun için de gelişen teknolojiden de yararlanarak sayısal ortamda portal ya da platform benzeri yapılar kurulmalı, doğru bilginin kolayca yayılabilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi AOÇ Araştırmaları sayfası son dönemde güncellenmese de güzel bir örnektir. Bakanlık, kurum ve kuruluşlara ek olarak meslek odaları, sivil toplum kuruluşlarına ve bireysel arşivlerde bulunan tüm AOÇ belgeleri kamuya açık şekilde erişilebilecek bir sayısal arşiv altında birleştirilmelidir. Bu hem tarihsel izlenebilirliği hem de toplumsal aidiyeti geliştirecektir.
Atatürk Orman Çiftliği mücadelesi için hukuki veritabanı oluşturulmalı bugüne kadar açılan davalar ve gelişmelerle ilgili vatandaşların rahatça ulaşıp bilgi alabileceği platform kurulmalıdır. Gündemi yapay olarak hızlandırılarak olan bitenin halkın gözünden kaçırıldığı, medyanın neredeyse tamamen ele geçirildiği günümüzde ülkemizde kamuya açık şeffaf ve bağımsız bilgilendirme mekanizmalarını kurmak zorundayız. Buradan doğabilecek vatandaşlık tepkilerinin yansıması olarak daha sorumlu bir yurttaş profilinden bahsedebiliriz.
Atatürk’ün AOÇ’yi Türk Ulusu’na bağışlarken öngördüğü temel işlevlerden biri de üretimdir. Bugün teknolojinin tüm ilerlemesine karşın tarım ve hayvancılık başta olmak üzere sanayi üretimini de geliştirecek ilgili alanlardaki üretim durmuştur. Bu üretim, devlet güvencesi ile yeniden başlatılmalı; büyüme çağındaki çocuklarımızla eğitim çağındaki gençlerimiz öncelikli olacak şekilde gelişim programlarıyla AOÇ tesislerinde üretilen temel ürünler halkımıza ulaştırılmalıdır. Benzer şekilde Halk Lokantaları üzerinden başta emekliler olmak üzere ihtiyaç sahiplerine ulaşabilecek destek programları uygulanabilir. Böylelikle AOÇ, hem gıda güvenliği hem de adil erişim açısından Atamızın hedeflerine uyumlu olarak yeniden işlevlendirilmiş olacaktır. Cumhuriyetin oluşturduğu sosyal devlet anlayışından uzaklaşılan bugünlerde O’nun öngörüsü bize ışık tutmayı sürdürmektedir.
Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Gazi Tren İstasyonu ise künefecilerin kuşatmasında.
AOÇ yalnızca üretim alanı değil, aynı zamanda bir öğrenme mekânıdır. Kuruluş döneminde olduğu gibi her yaştan öğrencimiz burada stajlarını yapabilir. Öğrenim çağına ulaşmış çocuklarımızın yaş ve ilgi alanlarına uygun olarak yönlendirilebileceği pek çok yapıyı barındırabilecek bir potansiyel içermektedir. Çocuklarımıza toprak ve doğa sevgisinin dışında yurttaşlık bilincinin aşılanmasında eşsiz bir fırsat sağlanabilir. Bunun yanı sıra teknik okul ve üniversitelerdeki öğrencilerimiz bundan bir asır önce olduğu gibi stajlarınızı bu tesislerde yapabilecektir. Üniversitelerimizin Mimarlık, Peyzaj Mimarlığı, Harita ve Kadastro Mühendisliği, İnşaat Mühendisliği, Ziraat Mühendisliği, Orman Mühendisliği vb. fakülte ve yüksekokul öğrencileri proje yarışmaları düzenlenerek bu alanlara ilgileri artırılmalıdır. Bunun dışında sahada yapılabilecek çalışmalara gönüllü olabilecek her yaştan insanla gönüllülük esasına uygun projeler gerçekleştirilebilir. Bu yaklaşım, AOÇ’nin tarihsel kuruluş amaçlarını günümüze taşıyabilecek diğer önerilerle birlikte değerlendirilebilir. Bahse konu tüm bu girişimler insanımızın AOÇ’den başlamak üzere yurdumuza olan aidiyet duygularını da geliştirecektir.
Atatürk Orman Çiftliği PTT binası kokoreççilerin istilasında.
AOÇ’yi korumak için yalnızca kamu kaynaklarına bel bağlanmamalıdır. AOÇ’nin etki alanını da genişletecek şekilde Cumhuriyetimizin kurucu felsefesiyle uyumlu çalışan dernek ve vakıflar pek çok gönüllü çalışmayı örgütleyerek AOÇ’nin geleceğe dönük varlığını geliştirebilecek uzun vadeli projelerle bu ekosisteme eklemlenebilir. Bunun için ayrıca çalıştaylar düzenleyerek gelebilecek değerli öneriler toplanmalıdır. Bu aşamada özellikle toplumsal farkındalık yaratmak adına sergiler, belgeseller sosyal medya üzerinden yayınlanabilecek kısa filmler kullanılabilir.
Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü yapısı mutlaka gözden geçirilmelidir. AOÇ alanlarının talan edilmesi sürecinde doğrudan ya da dolaylı olarak hukuki sürece müdahil olun(a)mamasının hesabı adalet önünde sorulmalıdır. Ayrıca en kısa sürede gerekli yasal düzenlemeler yapılarak AOÇ alanlarında yaşanan talanlara karşı kendisini ve birbirini denetleyebilecek bir düzenek oluşturulmalıdır. Ayrıca AOÇ alanlarını amacı dışında kullanım için kiralayan, uzun süreli tahsis eden, Gazi İstasyonu’nun künefeciye, tarihî PTT şubesinin kokoreç/köfteciye çevrilmesine vb. gibi sayısız örnekle talana ses çıkarmayan göz yuman yetkililer (bakanlık, kurum kuruluş ve belediyeler dahil) hakkında gereken idari işlem yapılmalıdır. ABB ve merkezi idare dâhil tüm kurumlar için AOÇ alanlarındaki ihale ve tahsislerde kamuoyunda farkındalık ve yüksek hassasiyet oluşturulmalıdır.
Atatürk Orman Çiftliği, Cumhuriyet’in aydınlanma projesinin canlı bir anıtıdır. Ancak tahribat süreci göstermiştir ki yalnızca yasal düzenlemeler AOÇ’yi korumaya yetmemektedir. Atatürk Orman Çiftliği halkımız tarafından sahiplenmeli, aidiyet bilinci geliştirilmeli ve yurttaşlık sorumlulukları göz ardı edilmemelidir. AOÇ, yalnızca Ankaralıların değil, tüm Türkiye’nin ortak mirasıdır. Onu korumak, Cumhuriyet’i korumakla eş anlamlıdır! Cumhuriyetimizin üzerine inşa edildiği tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik kolonlarına, kurucu felsefeye sahip çıkılmalıdır!
Kaynakça
• Açıksöz, S., & Memlük, Y. (2004). Kentsel tarım kapsamında Atatürk Orman Çiftliği’nin yeniden değerlendirilmesi. Journal of Agricultural Sciences, 10(1), 76–84. https://dergipark.org.tr/tr/pub/ankutbd/issue/1084/12548
• Ankara Büyükşehir Belediyesi. (2015, Ağustos 17). Ankara Bulvarı’nın kapatılması. Ankara Büyükşehir Belediyesi. https://www.ankara.bel.tr/tr/haberler/ankara-bulvarinin-kapatilmasi-7820
• Ankara Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü. (2020, 9 Aralık). İlimiz, Atatürk Orman Çiftliği 1. Derece Doğal ve Tarihi Sit Alanı, 2108 Ada 1 Parselde düzenlenen Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama İmar Planı değişikliği duyurusu. Erişim: https://ankara.csb.gov.tr/ilimiz-aoc-i.-derece-dogal-tarihi-ve-sit-alani-2108-ada-1-parsele-iliskin-koruma-amacli-nazim-ve-uygulama-imar-plani-degisikligi-duyuru-411509
• AOÇ Üzerine Düşünmek. (t.y.). Hangi Yerleşke AOÇ? Orta Doğu Teknik Üniversitesi AOÇ Araştırmaları. Erişim adresi https://aocarastirmalari.arch.metu.edu.tr/hangi-yerleske-aoc/
• Keskinok, H. Ç. (2007). Bir özgürleşme tasarısı olarak Atatürk Orman Çiftliği. Bir çağdaşlaşma öyküsü: Cumhuriyet devriminin büyük eseri Atatürk Orman Çiftliği içinde (ss. 70–80). Koleksiyoncular Derneği Yayınları.
• Kimyon, D., & Serter, G. (2015). Atatürk Orman Çiftliği’nin ve Ankara’nın değişimi-dönüşümü. Planlama, 25(1), 44–63. https://jag.journalagent.com/planlama/pdfs/PLAN_25_1_44_63.pdf
• HKMO (Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası). (2020, 6 Temmuz). AOÇ’nin talanı adım adım devam ediyor. https://www.hkmo.org.tr/ankara/haberler/detay/19657
• İnşaat Mühendisleri Odası. (2020, Aralık 23). Niyeti bağcıda olanın gözü de üzümde olmaz. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası. https://www.imo.org.tr/TR,45300/niyeti-bagcida-olanin-gozu-de-uzumde-olmaz.html
• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (t.y.). AOÇ dosyası (kronoloji ve kararlar). Mimarlar Odası Ankara Şubesi. https://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=4973
• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (2020, Temmuz 27). AOÇ alanlarının en geniş sınırları… (Hukuk notu ve basın açıklaması). Mimarlar Odası Ankara Şubesi.
• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (2023, Temmuz 13). Yargı, AOÇ’yi parçalayan yollara ilişkin plan değişikliğini iptal etti [Basın açıklaması]. Mimarlar Odası Ankara Şubesi. https://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=13075
• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (2023, Temmuz 17). AOÇ Medipol plan değişikliği davasında bilirkişi raporu… Mimarlar Odası Ankara Şubesi.
• ODTÜ AOÇ Araştırmaları Platformu. (t.y.). Ana sayfa; hedefler; davalar ve riskler; AOÇ merkez bölgesi; hangi alan AOÇ? https://aocarastirmalari.arch.metu.edu.tr
• Peyzaj Mimarları Odası. (2015, Ağustos 11). AOÇ arazisine inşa edilen Ankara Bulvarı trafiğe kapatıldı. Peyzaj Mimarları Odası. https://www.peyzajmimoda.org.tr/icerik/aoc-arazisine-insa-edilen-ankara-bulvari-trafige-kapatildi-5791
• Peyzaj Mimarları Odası. (2022, Ağustos 1). Ankapark kültürel mirasımızı yok etmektedir. Peyzaj Mimarları Odası. https://www.peyzajmimoda.org.tr/haberler/ankapark-kulturel-mirasimizi-yok-etmektedir-
• Şehir Plancıları Odası (Ankara Şubesi). (2014, Aralık 25). AOÇ Hayvanat Bahçesi Yenileme Alanı & protokoller. Şehir Plancıları Odası. https://www.spo.org.tr/detay.php?kod=6208&sube=1&tip=3
• TMMOB. (2015, 6 Nisan). Anayasa Mahkemesi’nin AOÇ kararı üzerine ortak açıklama.https://www.tmmob.org.tr/icerik/odalardan-anayasa-mahkemesinin-aoc-karari-uzerine-aciklama
Şehir plancısı Dr. Zeki Kâmil Ülkenli ile Atatürk Orman Çiftliği’nin 100 yıllık hikâyesine kişisel bir arşiv üzerinden ışık tuttuk. Aile belleğinden kamusal hafızaya uzanan bu yolculukta, sadece bir çiftliğin değil; bir yaşam tarzının, bir vizyonun ve başkent Ankara’nın nasıl şekillendiğini konuştuk.
Şehir plancısı Dr. Zeki Kâmil Ülkenli ile Atatürk Orman Çiftliği’nin 100 yıllık hikâyesine tanıklığını anlatıyor.
Röportaja başlamadan önce sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Sergiyle olan kişisel bağınızı da anlatır mısınız?
Elbette. Ben şu anda Kapadokya Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölüm Başkanıyım. Yani aynı zamanda özellikle mekan – şehir tarihi ile ilgili bir Şehir Plancısıyım. Bu sergiyle kişisel bir bağım var çünkü sergi tamamen aile arşivimden oluşuyor. Dedem Kâmil Ülkenli, Atatürk Orman Çiftliği’nin kurulduğu yıl olan 1925’ten emekli olduğu 1969 yılına kadar çiftlikte çalışmış ve yaşamış. Babam Orgun Ülkenli 1936 yılında çiftlikte doğmuş ve o da (1960-1972 Almanya’da olduğu süre hariç) emekli olduğu 2001 yılına kadar Atatürk Orman Çiftliğinde çalıştı. Biz de çocukluğumuzu çiftlik’te geçirdik. Hatta büyüdüğümüz ev, çiftliğin ilk müdürü Tahsin Coşkan’ın evidir. Bu nedenle sergi, sadece bir tarih anlatısı değil; aynı zamanda bir yaşam biçiminin, bir kültürün ve bir hafızanın temsili.
Sergi fikri nasıl ortaya çıktı? Bu kadar kişisel bir arşivle kamusal bir sergiye dönüşüm süreci nasıl gelişti?
Her şey 2017 yılında VEKAM’ın (Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Merkezi) benden Atatürk Orman Çiftliği üzerine bir makale istemesiyle başladı. Başta “Zaten orada büyüdüm, yazarım” diye düşündüm ama akademik bir metin yazmak hikâye anlatmak gibi olmuyor, komşumuz Hüsamettin Amca’dan, Şeküre teyzeden bahsedemezsiniz mesela. Bu yüzden babamla konuşmaya başladım. Onun anlattıklarıyla sözlü tarih çalışmasına dönüştü bu süreç. Ses ve görüntü kayıtları almaya başladım. Zamanla bu kayıtlar birikti, belgeler, haritalar, fotoğraflar toplandı. Artık bu bir makaleye sığmayacak kadar büyümüştü.
Bu noktada VEKAM ile nasıl bir iş birliği gelişti?
5 Mayıs 2025, Atatürk Orman Çiftliği’nin 100. yaşgünü, yani kuruluşunun 100. yılıdır. Ben de VEKAM’a bu önemli Mekansal Cumhuriyet mirasını kalıcı kılabilecek bir etkinlik projesi önerdim. Herkesin her zaman olduğu gibi son anda fark edip sonra da unutacağı bir etkinlik değil; 5 Mayıs 2025’te Vekam Keçiören’de bir panel ile başladık. Panelin amacı sadece nostaljik olarak Atatürk Orman Çiftliğini anmak değildi. Baştan itibaren, bir plancı olarak vurguladığım AOÇ’nin tek başına bir kentsel yeşil alan değil; kurulduğu andan itibaren vizyonunun çok ötesinde, genç başkent Ankara ile şekillenecek, gelişecek, yeni bir kentli nüfus yaratmaya yönelik bir proje, bir Cumhuriyet Kurumu olduğudur. Atatürk Orman Çiftliği’nin vizyonu zamanın ötesindedir. Mesela 1930’larda biyodizel üretimi, şerbetçi otu plantasyonları gibi konularla bu vizyonu ortaya koyduk.
Panelden sonra sergi süreci nasıl gelişti?
Sergi 21 Mayıs’ta Çankaya Belediyesi Zülfü Livaneli Kütür Merkezinde açıldı, 15 Haziran’a kadar planlanmıştı ama yoğun ilgi nedeniyle 30 Haziran’a kadar uzatıldı. Şimdi üçüncü aşamadayız; Aralık ayına kadar bir sergi kataloğu – kitap hazırlıyorum. Ama bu sadece bir fotoğraf kataloğu olmayacak, Atatürk Orman Çiftliği’nin tarihini, Ankara ile gelişimini anlatan kapsamlı bir kitap olacak. Öğrencilerimle birlikte YÖK’ün tez arşivinden, üniversite kütüphaneleri ve Milli Kütüphane’den, sahaflardan belgeler, kaynaklar, objeler topluyoruz. Kitap, VEKAM yayınlarından Türkçe ve İngilizce olarak çıkacak. İstanbul Beykoz Kundura Fabrikası’ndan davet aldık. Biliyorsunuz orası sadece bir fabrika değil, bir kültür kompleksi. Ocak ayında orada sergiyi yeniden tasarlayarak açacağız. Ayrıca Ankara Büyükşehir Belediyesi ile iş birliği yapıyoruz. Atatürk Orman Çiftliği’nin eski tamirhane binalarından biri restore ediliyor. Orada dijital bir sergi kurulacak. Ziyaretçiler bu dijital ortamda çiftliğin tarihini deneyimleyebilecek. Elbette dönem başladığında sergi Kapadokya Üniversitesinde de olacak.
Sergide çiftlikteki gündelik yaşamı gösteren fotoğraflar vardı. Özellikle işçilerin takım elbiseli, kravatlı olması dikkatimi çekti. Öğle aralarında işçilerin tenis oynama imkanları olduğundan da bahsettiniz. O dönemin vizyonu ile bugünkü yaşam arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?
Bu çok önemli bir konu. Kamu yararı dediğimiz şey elbette dönüşecektir. Mekanlar basitçe sadece işlevlerine göre planlanmaz; kentsel tasarım ve planlama ile dokunduğunuz mekanlar orada yaşayan insanları şekillendirir. Tasarım bir hayat görüşüdür, bir yaşam tarzı verir. Erken Cumhuriyet ve sonraki dönemde sadece bir üretim değil, bir yaşam biçimi inşa ediliyordu. İnsanlar işlerini sahipleniyor, birbirlerine saygı duyuyordu. İşçi, mühendis ayrımı yoktu. Mesela çiftlikte olduğu gibi herkesin çocuğu aynı okulda okuyor, çalışanlar ve aileleri aynı sosyal alanları paylaşıyordu. Bu bir aidiyet duygusu yaratıyordu. Bugün bu aidiyetin yerini bireysellik ve rant odaklı yaşam aldı. Oysa kent planlaması, insanı şekillendiren bir şeydir. Eğer siz mekânı iyi planlamazsanız, o mekân da size rastgele – sıradan bir yaşam sunar.
Sergide şerbetçi otuna dikkat çekmiştiniz. Neden bu kadar önemliydi?
Şerbetçi otu bira üretiminde kullanılır. Atatürk Orman Çiftliği’nde bira fabrikası kurulmuştu ve bu fabrika sadece bira üretimi değil, aynı zamanda tarımsal üretimin modernleşmesi açısından da önemliydi. Fabrika aynı zamanda sporcular ve çocuk gelişimi için önemli olan malt ve hayvan yemi olarak da küspe üretiyordu. 1930’ların başında tüm dünyada kentli nüfusun kullandığı kamu alanları planlaması başlamıştı. Bu anlamda Ankaralıların aileleri ile şehirden tren ile geldikleri Gazi Çiftliği, istasyondan itibaren, bira parkı, piknik alanları, fayton ile gidilen hayvanat bahçesi bir rekreatif kullanım idi. Ayrıca bu üretim modeli, tarımda mekanizasyonun, planlamanın ve sürdürülebilirliğin bir örneğiydi. Her şey planlıydı: fabrikaya su nereden gelecek (Alacaatlı Kırkgöz), hangi ürün nerede yetişecek, hangi hayvan türü kullanılacak… Bunların hepsi düşünülmüştü.
Bugün çok konuşulan “sürdürülebilirlik” kavramı o dönemde nasıl uygulanıyordu?
Aslında o dönem yapılanlar gerçek sürdürülebilirlikti. Su kaynakları planlanmış, üretim döngüsü kurulmuş, atıklar değerlendirilmişti. Örneğin tavuklar serbest gezerdi, haşereleri yerdi, gübreleri seralarda kullanılırdı. Bu bir sistemdi. Bu işler öyle “hadi yapalım” diyerek yapılmaz. Bu, biraz da şuna benziyor: mesela enteresan bir şey olsun diye Avustralya’dan koala getirelim diyorsunuz. Koalalar geliyor, herkes “ne kadar sevimli hayvanlar” diyor ama sonra “bunlar ne yiyordu?” diye düşünmeye başlıyorsunuz. İşte o zaman bu iş yatar. Çünkü planlamadan yapılan hiçbir şey sürdürülebilir olmaz. Atatürk Orman Çiftliği’nde ise her şey planlıydı. Çiftliğin raporlarında bile hangi tarladan dönüm başına kaç ton buğday alındığı yazılıydı. Melez buğday üretimi, dry-farming (kuru tarım) uygulamaları, sulamanın nasıl yapılacağı, suyun nereden geleceği… Hepsi önceden düşünülmüş ve belgelenmişti.
Ayrıca çiftlikte bulunan Marmara ve Karadeniz havuzları sadece yüzme havuzları değildi. O dönemde Ankara’da yüzülecek yer yoktu. Bugün bile “beni yüzmeye götür” deseniz nereye gideceksiniz? Yok. Ama o zamanlar bu havuzların içerisinde olduğu alanlar hem halk için rekresyon alanları; hem de dev bir su arıtma ve dağıtım (rezerv) sulama sisteminin bir parçasıydı. Askeri öğrenciler Karadeniz Havuzunda gösteriler yapardı. Ankara burada yüzerdi. Hatta Atatürk, Afgan Kralı’yla aynı kayıkta kürek çekmişti. Bunlar ciddi şeylerdi.
Bugün herkes sürdürülebilirlikten bahsediyor ama kimse ne olduğunu tam olarak bilmiyor. Sürdürülebilirlik, pet şişeyi buruşturup geri dönüşüme atmak değil. Gerçek sürdürülebilirlik, daha 1930’larda suyu kaynağından getirip arıtmak, üretimde kullanmak, sonra tekrar doğaya kazandırmaktır. Hayvanların serbestçe dolaşması, doğal döngüye katkı sağlaması da bunun bir parçasıdır.
Bugün birine “kentte tarım ve hayvancılık yapılabilir” deseniz, çoğu kişi bunu vizyonsuzluk olarak görebilir. Oysa sizin anlattığınız model çok geniş bir vizyon içeriyor. Sizce bu model bugün tekrar uygulanabilir mi?
Bu modelin aynısını bugünün koşullarında uygulamak mümkün değil, uygulanması da gerekmiyor. Çünkü artık 21. yüzyılın sonuna yaklaşan, 100 milyona yaklaşan nüfusu olan bir ülkede, 8 milyonluk bir başkentte “kent içinde buğday ekelim” demek gerçekçi olmaz. Bu biraz romantik bir yaklaşım olur.
Ama bu, o vizyonun tamamen terk edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Aksine, o vizyon güncellenerek sürdürülebilir bir modele dönüştürülebilir. Örneğin Atatürk Orman Çiftliği, modern Türkiye’nin “agro-politeknik enstitüsü” olabilir. Tıpkı bugün üniversitelerdeki teknokentler gibi… ODTÜ’de, Hacettepe’de nasıl teknokentler varsa, burada da “tarım teknokent” olabilir.
Ziraat fakülteleri için uygulama alanları oluşturulabilir. Topraksız tarım, endemik bitkiler, hayvancılık, farmakolojik bitki araştırmaları gibi alanlarda hem bilimsel hem de halka açık üretim yapılabilir. Yani çiftlik, yeniden buğday ekilecek bir alan değil; bilgi, teknoloji ve doğanın birleştiği bir merkez olabilir. Bu, çiftliğin kurulduğu ve yıllarca sürdürdüğü ruhuna uygun bir dönüşüm olur.
Bu kadar kapsamlı bir çalışmanın sonunda ne hissediyorsunuz?
En büyük hedefim, bu projeyi babam hayattayken tamamlamaktı. O da, senelerce bizi lojmanda büyüten annem de, kardeşim de gördü, bu benim için çok kıymetli. “Keşke” çok tehlikeli bir kelime. Eğer bir şey yapmadıysan ve sonra “keşke” diyorsan, onun bedeli ağır olur. Ben bu projeyi yaptım, iyi ki yaptım. Artık bu belleğin bir parçası oldum. Bu sergi sadece bir sergi değil; bir yaşam biçiminin, bir vizyonun ve bir dönemin hafızasının temsilidir. Fotoğraflar üzerinden anlatılan bu hikâye, insanların tüylerini diken diken edecek kadar güçlü. Çünkü bu bir tasarım işi. Ve ben bu hikâyeyi anlatmak için elimdeki en güçlü malzemeyi kullandım. En büyük kazancım, babamın ve dedemin hafızasını kayıt altına alabilmiş olmak. Bugün artık o kuşaktan çok az insan kaldı. Eğer bu çalışmayı yapmasaydım, bu hafıza da yok olup gidecekti. Sadece bunu değil, yaşanılan mahalle, yaşanılan kent ile ilgili kollektif hafızayı yaşatmak, geleceğe aktarmak çok önemli. Umarım bu sergi ve kitap, bu belleği korumaya katkı sağlar.
Ankara’da kurulan ve bu yıl kuruluşunun 100. yılını kutladığımız çiftlikler, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) adıyle 1950 yılında tescillenmiştir. Kurulduğu günden itibaren farklı adlar kullanılmış, Mustafa Kemal Paşa’yı çağrıştıracak şekilde önce Gazi adı yaygın kullanılmış, zaman içinde Atatürk adı yakıştırılmıştır. Ankara Çiftlikleri, Orman Çiftliği, Atatürk Çiftlikleri ve Gazi Orman Çiftliği olarak bilinegelen çiftliklerin kurulduğu günden bu yana, sadece kurucusu ve kurulduğu yer değişmemiştir.
Çiftlik arazilerinin mülkiyeti parası Mustafa Kemal Paşa tarafından ödenerek ya doğrudan sahiplerinden ya da Emvali Metruke’den alınmıştır. Çiftliğin sorumluluğu noter aracılığı ile Ziraat mühendisi Tahsin [Coşkan] Bey’e verilerek Orman Çiftliği ve Mülhakatı Müdüriyeti kurulmuştur. Çiftlik çalışanları, Tahsin Bey’in başında bulunduğu bu müdüriyette istihdam edilmiştir. Çiftlik arazisinde ilk tarım faaliyeti, 5 Mayıs 1925 günü, demiryolunun 5. kilometresinde Yassı Dere denilen yerde üç çadır kurularak başlamıştır. İlk yıl büyük bir alana hububat ekilmiş, ilerleyen yıllarda hububat ekilen alan azaltılmış ve ürünler çeşitlendirilmiştir. Koyun, tiftik keçisi, inek, manda, at, kümes hayvanları ve arı yetiştirilmiş ve bu hayvanların ürünleri atölye ölçeğinde üretilerek Ankaralılara satılmaya başlamıştır.
1929 krizi olarak bilinen Büyük Buhran sonrasında işlenmemiş tarım ürünlerinin fiyatlarında görülen düşüş, çiftlik ürünlerinin satışını da etkilediği için; çiftliğin ürün satış politikası köklü bir değişikliğe uğramıştır. Kriz sonrası çiftlik ürünleri, aracısız ve işlemden geçirilerek satılmaya başlanmıştır. Kısa süre içinde, şehir merkezinde doğrudan satış yapılabilecek tanzim satış mağazaları açılmıştır. Ankara’da belediyenin teşvikiyle açılan tanzim satış dükkanları Yenişehir, Hacıbayram ve Samanpazarı’ndadır. İstanbul’da ise Yalova’daki Millet ve Baltacı çiftlikleri kurulduktan sonra Kadıköy ve Beyoğlu’nda olmak üzere toplam 5 adet satış mağazasına ulaşılmıştır. Çiftlik, piyasalara kısa süre içinde yüksek üretim oranları ile katılmış ve aracıları ortadan kaldırılarak, tüketiciye doğrudan satışa başlanmıştır. Bu şekilde çiftlikte yetişen ürünler de ilk defa tek bir dükkandan satılmaya başlanmıştır.
İlk kuruluş amacı olarak köylülere örnek olmasının yanında, artık kitlesel üretim yapan ve ürettiğiyle Ankara’nın iaşe sorununu çözen modern bir kurum olmuştur. Bunu gereklerini yerine getirmek için çiftlikteki atölye ve imalathaneler geliştirilerek Ankara’da faaliyet gösteren modern gıda sanayiine dönüşmüştür. Pastörize süt, yoğurt, tereyağı, peynir, şarap, gazoz, üzüm suyu, bira, malt gibi maddelerin üretimine ağırlık verilmeye başlanmış; yetiştirilen hububatın az bir kısmı piyasaya çıkarılmış, önemli bir kısmı çiftlik bünyesinde hayvan gıdası olarak kullanılmış ya da arpa gibi bira sanayisinin hammaddesi olmuştur. Çiftlik, modern bir ziraat endüstrisi olma yolunda çevresindeki güvenilir çiftliklerden alınan ürünlerle üretimini takviye etmiştir. Bu nedenle işlenmiş gıda satışında kullandığı hammadde, çiftliğin kapasitesinden daha fazla olmuştur.
Çiftlik’teki sanayi yatırımları arasında en çok öne çıkan, 1932 yılında kurulmasına karar verilen bira fabrikası olmuştur. Ülkedeki bira üretim tekeli İstanbul’daki Bomonti’de olmasına rağmen, daha ağır şartlarla alınacak ruhsatla yine de kar edilebildiği görülmüştür. Biranın hammaddesi arpa ve şerbetçiotu için çiftlik çevresindeki köylerde arpa ve şerbetçiotu yetiştirilmesini desteklenmiştir. Fabrikada kullanılan arpalardan çıkan küspeler, hayvan yemi olarak kullanılmıştır. Çiftlik’teki sular ilk fabrikanın ihtiyacını karşılamış olsa da, kısa süre sonra açılan ikinci bira fabrikası için, çiftlikten 15 km uzakta Kırkgöz mevkiinden getirilen su kullanılmaya başlanmıştır. Ankara Birası olarak Ankaralıların ve tüm ülkenin hafızasından silinemeyen bu biraya asıl lezzetini Alacaatlı ve Kızılcaşar köyleri arasında 1100 metre yükseklikteki Kırkgöz Tepesinin Çakırlar Tepesi tarafındaki eteklerinden çıkan bu su vermiştir. Fabrikalar bira fabrikası olarak adlandırılsa da, biranın yanında malt, bira, buz, soda, gazoz ve dondurma da üretilmiştir.
Çiftlikler Ankaranın iaşesi için Ankara sınırları içinde önemli adımlar atarken, Ankara dışında da genişlemeye devam etmiştir. Arazilerinin parası Mustafa Kemal Paşa tarafından ödenerek satın alınan, Türkiye’nin farklı yerlerinde bulundukları yörenin dokusuna uygun olarak belli alanlarda uzmanlaşmış yeni çiftlikler kurulmuştur. Yalova’daki Baltacı ve Millet çiftlikleri zirai sanatlar ve meyva, Silifke’deki Tekir Çiftliği peynir ve çeltik, Tarsus’taki Piloğlu Çiftliği pamuk ve çeltik, Dörtyol’daki çiftliklerden biri pamuk, çeltik, hububat öteki portakal, mandalina, muz vs. narenciye yetiştirilmiştir. Bu çiftliklerde tarım ve hayvancılık faaliyetleri sürdürülürken, Yalova’da yoğurt imalathanesi ve modern süt fabrikası ile Mersin’de peynir imalathanesi kurulmuştur.
Çiftlik arazilerinin edinilmesinde ve yapılan faaliyetlerde, devletin imkanları kullanılmamıştır. İlerleyen yıllarda Mustafa Kemal Paşa, çiftlikleri ve çiftlik çevresindeki üretim alanlarını devlete bağışlamaya karar vermiştir. 11 Haziran 1937’de Başvekalete yazdığı yazıda; tasarrufunda bulunan bütün çiftlikleri, üzerindeki fabrika ve imalathaneler ile canlı hayvan varlığını Hazine’ye bağışladığını bildirmiştir. Çiftlik arazilerinin tapularının devri noter huzurunda yapılmıştır. Hazine’ye bağışlandığında, Ankara’da başlayan tarım faaliyetinin Ankara dışına taşarak Yalova, Silifke, Hatay ve Tarsus gibi farklı yerlere de dağıldığı ve önemli bir kuruma dönüştüğü görülmüştür.
Atatürk’ün 1937 yılında Başvekalete yazdığı, çiftlikleri Devlete bağışlama isteğini belirten mektupta:“13 sene devam eden çetin çalışmaları esnasında, bu iklimde yetişen her çeşit ürün ve ziraat sanatıyla ilgilenen müesseseler, ilk senelerden itibaren bütün kazancını çiftliğin gelişmesine aktarmış, büyük küçük türlü türlü fabrika ve imalathaneler kurulmuş, bütün ziraat makine ve aletleri yerinde kullanılarak, tamirleri yapılabilmiş, yerli ve yabancı hayvan ırklarından bölgeye en uygunu seçilerek yetiştirilmiş, kooperatif şekliyle civar köylerle de işbirliğine gidilmiştir. Çiftliğin yerine göre arazi ıslah edilmiştir.” demiştir.
Sınırları Ankara dışına taşan çiftliklerde yapılan tarımın ve kurulan fabrikaların Türkiye tarımında önemli değişimlerin öncüsü olduğu görülmektedir. Milli Mücadelenin yönetildiği, Meclis’in kurulduğu ve devletin merkezi olarak seçilen Ankara’nın işaesinde önemli bir üstlenmiştir. Tarım ürünlerini işleyerek, Ankara’daki modern gıda sanayisinin öncüsü olmuştur. Türkiye’nin modern anlamda ilk pastörize süt ve süt ürünleri fabrikası Çiftlik bünyesinde kurulmuş, en son teknolojiyle üretilen süt ve süt ürünleri, Ankara halkının hizmetine hiylesiz ve nefis gıda maddeleri olarak sunulmuştur. Dünyanın her yerinde bir halk içkisi olan birayı milli bir halk içkisi haline getirme işini Çiftlik’te kurulan bira fabrikaları sağlamıştır. Tarım kredi kooperatiflerinin ilki olan Tekir Kooperatifi, merkezi Tekir Çiftiği olan 9 köyü kapsayan bir alanda kurulmuş ve 1 numaralı ortağı Mustafa Kemal Paşa olmuştur.
Çiftliklerin Hazine’ye bağışlanmasından sonra, nasıl yönetileceğine dair uzun tartışmalar yapılmış, çözüm olarak önce Ziraat Vekaleti’ne bağlı bir kurum oluşturulmuştur. Daha sonra 1949 yılında Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü kurulmuş, bir yıl içinde yeni bir yasa hazırlanarak çiftlikler, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü adını almıştır.
Bir çiftlikti kuşkusuz ama bir çiftlikten ötesi olduğu tartışmasızdı.
Neden mi?
Nedenini anlamak için az biraz gerilere gidelim. Cumhuriyet’in henüz ilan edilmediği ama hazırlıklarının son sürat yapıldığı tarihlere…
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923
O tarihlerin birinde İzmir İktisat Kongresi toplanmış; 17 Şubat’ta başlayıp 4 Mart 1923’e kadar devam eden İktisat Kongresinin Divan Başkanlığını Kazım Karabekir yapmıştı.
Çiftçi delegeler, örnek uygulamalar olmamasından dert yanmış ve çözüm olarak köy ilkokullarının teorik ve pratik olarak konumlandırılmasını önermişlerdi.
Önerileri şöyle:
“Köy okullarının beş dönümlük bir bahçesi, iki ineklik fenni bir ahır ile kümesi ve yeni yöntemlerle üreten bir arılığı olsun. Bahçenin bir kısmına sebze ve meyve, bir kısmına çiçek ekilsin. Öğretmenlerin gözetiminde çocuklar pratik olarak da çiftçiliği öğrensin. Hatta aydın insanların köylere yerleşmesi teşvik edilsin.”
Sizin de aklınıza Köy Enstitülerinin fikri temelinin İzmir İktisat Kongresinde atıldığı gelmiş olabilir mi?
Öyledir.
Büyük aşklar, büyük yolculuklarla başlar Öyle olması için Ahmet Telli’nin dizelerinde dile getirdiği gibi yola çıkmadan önce hazırlanmak icabeder:
“Ki serüvenler daima büyük aşklar
Ve büyük yolculuklarla başlar”
Atatürk Orman Çiftliği arazisi
Yola çıkanların başındadır Mustafa Kemal ve çiftçinin mesajını ilk alan da o olmuştur elbette.
Liderdir o ve işini doğru yapmakla yetinmediğine; doğru işi yapan kişi olarak tarihe geçtiğine tanıklık ederiz.
Varını, yoğunu ortaya koymuş; yurdun değişik noktalarında, çoğunluğu bataklık olan, araziler alıp, çiftlikler inşa etmiş.
Bunların başında, Atatürk Orman Çiftliği olarak bildiğimiz Ankara’daki çiftlik gelir gelir.
Alınan arazi verimsiz, sazlık ve bataklık bir alandır. Ama o, aklından geçeni yapmakta kararlıdır. Anlatılan o ki Atatürk, genç ziraat mühendisi Tahsin’i (Coşkan) çağırıp der ki:
“Gel Tahsin, seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum.”
Giderler.
Gittikleri yer, sivrisinekler tarafından istila edilmiş bir bataklıktır. Etraftan kötü kokular da gelmektedir.
Mühendis Tahsin, merak içinde sorar:
“Hayrola Paşam.”
“Burasını çiftlik yapacağım” der Atatürk.
Mühendis Tahsin’in yanıtı, beklenen cinstendir:
“Paşam buranın ıslahı, hem paranızı tüketir hem de zamanınızı. Onca verimli toprak varken buraya yatırım yapılmaz.”
Aslolan zor olanı yapmaktır
Atatürk’ün mühendis Tahsin’e verdiği yanıt, onun ufkunun genişliğini de işaret eder:
“Aslolan zor olanı yapmaktır; kolay olanı herkes yapar.”
Mühendis Tahsin, sözle söylediğiyle yetinmez; bir de rapor hazırlar. Raporda, “burada hiçbir şey yetişmez” fikrini tekrarlar.
Atatürk, fikrinde ısrarlıdır; kendine iletilen raporun üzerine, “burası vatan toprağıdır, kaderine terk edilemez.”
Önceliğini arazinin ıslahına verir. Arazi ıslah olursa çevre de albenili olacaktır kuşkusuz. Islah edilmiş arazide yetiştirdiği ve ıslah edilmiş tahıl cinslerini çoğaltıp ekmeleri için çiftçiye dağıtmayı ve verimi yüksek hayvan ırklarını çoğaltıp hayvancılığı teşvik etmeyi de hedefine koymuş. Bütün bunlara ek olarak, iklim koşullarına uygun sebze ve meyve türlerini yetiştirip, Ankaralıların ihtiyaçlarını da karşılamayı planlamış.
Bir amacı da var elbette…
İstiyor ki güçsüz ve yoksul insanlar bir araya gelsin, örgütlensin; bu nedenle kooperatifçiliği de özendirmek için çabalamış.
Tarım ve hayvancılığın gelişmesi için bilimin rehberliğini de öne çıkarmayı; çiftçiliğin o ana kadar kullandığı yöntemlerin bilimsel yöntemlerle yer değiştirmesini de önemsemiş.
Biliyor ve inanıyormuş ki Cumhuriyet fikri, bir bütündür. Yalnızca yönetim biçiminin halk egemenliği olması yetmez; aynı zamanda, gündelik yaşamdan üretim süreçlerine, yaşam biçiminden eğitimin toplumsallaştırılmasına kadar halkın her alanda Cumhuriyet fikrini benimsemesi ve pratik hayatına uygulaması gerektiği açıktır.
Ceyhun Atuf Kansu, onun Cumhuriyet fikrini şöyle şiirleştirmişti:
“Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir, Selâm verelim bir, selâm alalım bir, Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar, Şu sabah çayını içelim bir, kardeşçe sıcak. Yüzümüzü yunalım şu dereden bir, Sonra kursunlar darağacını kavgamıza, Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden!“
Geleceği kazanmanın ön koşulu mücadeledir
Cumhuriyet genç, yapılacak çok iş var. Ancak ömür de yetmemiş. Atatürk, çiftlikleri başarıyla kurduktan sonra bu modellerin geleceğe örnek olması için zamanı gelince hazineye bağışlamış; tarihler, 11 Haziran 1937 gösterdiğinde, başbakanlığa yazdığı yazıyla bu bağışı tamamlamıştı.
Bir es verelim; yeniden İzmir İktisat Kongresinde çiftçilerin taleplerine geri dönelim.
Ne istemişti çiftçiler?
“Okullar, beş dönüm üzerine kurulsun; çocuklarımız, eğitim alırken pratikte de çiftçiliği öğrensin.”
Mustafa Kemal’in ilk adımı, iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmiş; egemenliğin kayıtsız koşulsuz milletin olması için ilk adımı atmıştı.
İlk adım elbette önemlidir. Bununla birlikte daha da anlamlı hale gelebilmesi adımların sürekliliğini gerektirir. Çiftçilerin talebini gerçekleştirmek için Köy Enstitülerinin kurulması beklenmiş.
Müthiş devrimci bir atılım olduğu tartışmasızdı.
Gerici dalga, o atılımı boğmak için her yolu denedi; ne yazık ki dönemin iktidarı, gerici dalga karşısında geri adım atınca önce Köy Enstitüleri kapatıldı. Sonra da Atatürk’ün dişiyle tırnağıyla yoktan var ettiği çiftlikler, sağından solundan işgal edildi.
Ne demiştik?
“Cumhuriyet fikri bir bütündür.” O fikrin sürdürülebilir olması, hayatın her alanında devrimci olmayı gerektirir. Mücadele ise durağan değil, dinamiktir.
Ne demek bu?
Şu demek:
Köy Enstitüleri kapatılmış; Atatürk’ün halkın kullanımına açılsın diye hazineye bağışladığı Atatürk Orman Çiftliği gibi yerler, asıl amacından kopartılıp, çeşitli kurum ve kuruluşlara peşkeş çekilmiş olabilir. Daha yaşanabilir bir ülke istiyorsak, onun için mücadele etmek şarttır.
Kritik nokta, mücadeledir. Ne demişler; “mücadele eden her zaman kazanamayabilir ama kazananlar mücadele edenlerdir.”
Bataklıktan cennete dönüşen bir Cumhuriyet projesi
Atatürk Orman Çiftliği, yalnızca bir çiftlik ya da kültürel peyzaj alanı değil; bilimsel tarım, kamusal sağlık, kır‑kent buluşmasının da çok ötesinde ekonomik bağımsızlık ve laik yaşam kültürü için tasarlanmış bir bütüncül sistemin parçasıdır. Genç Cumhuriyetin feodal ilişkilerin tasfiyesi için Atatürk’ün kendi olanaklarıyla ortaya koyduğu bir özgürleşme modelidir. Ve Türk Devrimi’nin hedeflerinden toprak reformu programının öncül bir parçası olarak devlet çiftlikleri modelidir. Dönemin şartlarına bakacak olursak; Ulusal Kurtuluş Savaşı bitmiş ve uygarlık savaşı başlamıştır. İngiltere’nin kışkırttığı Şeyh Sait isyanı başta olmak üzere, cumhuriyet karşıtlığı ve irticanın odağı haline gelmiş Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatıldığı en buhranlı dönemlerden birinde AOÇ’nin kurulması, Mustafa Kemal’in ideallerine bağlılığının açık bir göstergesidir. Günümüzde yaşanan Karşı Devrim sürecinde Atatürk ve Cumhuriyetimizle hesaplaşılmaktadır. Bu hesaplaşmanın zirve mekânı Atatürk Orman Çiftliği’dir.
Atatürk Orman Çiftliği, Kemalizm ışığında çağdaşlaşmayı tarım üzerinden, özellikle nüfusun büyük kısmının çiftçi olduğu bir dönemde, feodal yapıyı yıkmaya yönelik bir anti-emperyalist ve tam bağımsızlık tasavvuru olarak öne çıkmaktadır. AOÇ, dışa bağımlı gıda rejimi yerine yerli tohum ve ırk ıslahına dayalı, makineli tarım ve işleme tesisleri üzerinde şekillenen bir model olarak da değerlendirilebilir.
“Hepinizin malumu olduğu gibi, milletin çoğunluğu sizlersiniz ve memleketimiz de esas olarak iki unsur üzerine kuruludur: biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik çünkü topraklarımız çok, iyi asker yetiştirdik çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazladır. O toprakları işleyen ve koruyan hep sizlersiniz. Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız.” Tarsus’ta Çiftçiler Yurdu’nda Yaptığı Konuşma 18 Mart 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt II.
Bu model, bir sonraki aşamada hedefini eğitim yoluyla pekiştirmek adına Köy Enstitüleri aracılığıyla desteklenmiş; bu enstitüler köylüye yalnızca tarım ve hayvancılık bilgisi değil, aynı zamanda temel bilimler, zanaat, sanat, kültür alanları dahil çok boyutlu eğitim olanakları sunmuşlardır ve köylünün feodal yapıyı sorgulama, toplumsal dönüşüm hedeflerini içermişlerdir. Mustafa Kemal’in vizyonunda, tarım ve eğitim arasındaki bu bütüncül dönüşüm stratejisi, ekonomik bağımsızlık ve toplumsal eşitlik hedeflerine hizmet edecek bir yapıyı oluşturmaktaydı. Ayrıca, bu stratejiyi toprak reformu ile taçlandırmayı da öngörmüştü; “memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır” ifadesiyle bu hedefi dile getirmiştir. Yine bu dönemde köylünün sırtında ağır bir yük olan ve o dönemde devletin en önemli gelir kaynaklarından olan Aşar Vergisi kaldırılmıştır. Ziraat Teşkilatı Kanunu ile başlamak üzere Köy Kanunu, Ziraî Birlikler Kanunu çıkarılmıştır. Tapu ve Kadastro çalışmaları ile kamulaştırma kanunu sayesinde sulama yol, tarım ve bu tür amaçlar için gereken arazi kamulaştırmaları sağlanmıştır.
Atatürk Orman Çiftliği, kuruluşundan sonra kısa bir sürede pastörize süt, yoğurt, tereyağı ve peynir üretimiyle Ankara’nın gıda güvenliğini geliştiren bir kamu işletmesi olmuştur (AOÇ Müdürlüğü ürün sayfaları; bkz. 1930 tarihli üretim kayıtları). AOÇ’deki rekreasyon alanları (Marmara Köşkü, Karadeniz Havuzu, gazinolar vb.), artık modern kamusal yaşamın mekânları haline gelmişti. Ancak Gazi Çiftliği’nin görünen yüzünün çok ötesinde işlevleri de vardı. Ziraat Şubesi; Ziraat İşleri Kolu, Meyve Çiftliği, Sebzecilik, Bağcılık ve Fidanlık İşleri Kolu’nu kapsıyordu. Hayvancılık Şubesi; Koyunculuk, Sığır, Kasaplık Hayvan, Atçılık, Kümes Hayvanları ve Arıcılık kollarından oluşuyordu. Endüstri Şubesi; Bira Fabrikası, Pastörize Süt Fabrikası ve Yoğurt İmalathanesi, Demir Eşya ve Pulluk Fabrikası, Şarap İmalathanesi, Deri Fabrikası, Değirmen ve Fırını içeriyordu. Ticaret Şubesi ise Marmara Gazinosu, Çiftlik Lokantası ile Ankara’daki (Yenişehir, Hacı Bayram, Samanpazarı) ve İstanbul’daki (Beyoğlu, Kadıköy) satış mağazalarından meydana geliyordu. Bahsi geçen bu yapılar, modelin diğer temel taşlarını oluşturmaktaydı. Aynı dönemde bu modeli desteklemek üzere kurulan Ziraat Enstitüsü göz önüne alındığında, uygulamanın ülke genelinde yaygınlaştırılmasının amaçlandığı açıkça görülmektedir.
Atatürk’ün hibe iradesi, AOÇ’yi “halka fayda” önceliğiyle şartlı bağış konusu yapmıştır. Bu yönüyle de tüm varlığını Türk ulusuna adayan bir lider ve onun eseri olarak dünyada eşi benzeri olmayan bir örnektir.
“Çiftlikleri halka armağan ediyorum. Onlar devlet koruyacak ve halka faydalı olacak şekilde yaşatılacaktır.” Atatürk’ün 11 Haziran 1937 tarihli bağış mektubundan…
Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ), erken Cumhuriyet’in tarımsal modernleşme ve bu sayede toplumsal dönüşüm hedeflerinin en somut projelerinden biridir. Kuruluşundan itibaren, makineleşme ve bilimsel üretim tekniklerinin uygulamalı eğitim sahası olmuş; tohum ve ırk ıslahı, makineli tarım, işleme tesisleri ve deneysel üretimle bilginin toplumsallaşmasını sağlamıştır. Ziraat şefliklerinden hayvanat bahçesine kadar uzanan kurumsal yapısı, 24 Mart 1950 tarihli 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Kuruluş Kanunu ile tanımlanmış, işletme kamusal yarar ve bütünlük ilkesiyle düzenlenmiştir.
Kamusal sağlık ve beslenme boyutunda AOÇ, 1930’lardan itibaren pastörize süt ve süt ürünleri üretimiyle hijyen ve beslenme kültürünü kentliye ulaştırmış; erken Cumhuriyet’in kamucu refah anlayışını görünür kılmıştır. Aynı zamanda parklar, yollar, gazinolar ve rekreasyon alanlarıyla halka doğa ve eğlence olanağı sunmuş, kır-kent etkileşimini güçlendirmiştir. Böylece kentliler üretimle doğrudan temas kurmuş, tarım gündelik yaşamın bir parçasına dönüştürülmüştür.
AOÇ’nin kuruluşu, Osmanlı’nın son dönemindeki gıda yetersizlikleri ve ithal bağımlılığına karşı öz yeterlilik hedefini taşır. Bu yönüyle anti-emperyalist kalkınma anlayışını somutlaştırmış, feodal yapının tarım üzerinden dönüştürülmesine aracılık etmiştir. Dolayısıyla AOÇ, yalnızca ekonomik bir girişim değil; devlet çiftlikleri modeliyle toplumsal dönüşümün aracı ve Cumhuriyet’in bağımsızlıkçı ekonomi-politik hattının simgesidir.
AOÇ, sadece tarımsal üretim alanı değil; aynı zamanda kamusal kültürün, gıda güvenliğinin, ekolojik-tarihsel sürekliliğin ve Cumhuriyet ideallerinin mekânıdır ve SİT ALANIDIR. Atatürk’ün ifadesiyle halka “gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve nefis gıda maddeleri” sunan çiftlik, devletçi-halkçı ve laik bir yaşam tasarımının somut mirası olarak var olma savaşını sürdürmektedir.
Sonuçta AOÇ’deki yıkım, tek bir siyasi döneme indirgenemeyecek birikimli kararların ve temelinde karşı devrim sürecinin ürünüdür. Burada hedef Atatürk’ün kurduğu modelin belleklerden silinmesinin de ötesinde Cumhuriyete ve onun toplum tasavvuruna ilişkin gözle görülecek de bir simge kalmamasıdır. Farklı dönemlerde belediye, bakanlıklar ve diğer kamu kurumlarınca alınan kararlar; koruma statülerine rağmen AOÇ alanların parçalanmasına, işlevsel süreksizliğine ve plan bütünlüğünün zayıflamasına yol açmıştır. Ortaya çıkan bu tablo, AOÇ’nin 1. derece sit niteliği ve kuruluş koşulları ile uyumlu, tutarlı ve şeffaf bir üst ölçekli koruma-kullanma stratejisine duyulan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Yöneten değişse de yönetim anlayışı değişmedikçe talan devam etmektedir. Ankara’nın Başkent olması bugünlerde gizli ve açık olarak tartışılmaya açılmaktadır. Cumhuriyet Devrimi ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın karargâhındaki ulusal belleği oluşturan simgeler tek tek yok edilmektedir. Ne İ. Melih Gökçek tarafından Çiftlik Kavşağı’na konulan dinazor ne de 140journos tarafından yapılan “Cehape zihniyeti belgeseli“nde Kemal Kılıçdaroğlu ile yapılan söyleşide arka planda yer alan Atatürk Orman Çiftliği yapısı tesadüf değildir! Artık Cumhuriyet, ömrünü tamamlamış dinazorlaşmış bir rejimdir (Ancien Regime) algısı kabul ettirilmek istenen! Hiçbiri bir istisna değildir! Ulusumuz, bu gidişata dur diyerek Cumhuriyetimize ve onun simgesi yapı ve kurumlarına sahip çıkmalıdır.