Komşuluk kadar sıcak, ahşap kadar sağlam Tahtadan Tükkan

Ayrancı’nın Kırkpınar Sokağı’nda, dışarıdan bakıldığında sade görünen ama içine adım attığınız anda sizi zamanın gerisine taşıyan bir marangoz atölyesi var: “Tahtadan Tükkan”. Bu küçük ama derin hikâyeli dükkânın ustası Serkan Bey, ahşapla kurduğu ilişkiyi yalnızca bir meslek üzerinden değil, yaşamın bir parçası olarak tanımlıyor. Ahşap yolculuğu, 2012 yılında bir hobi olarak başlamış ama zamanla tutkuya dönüşmüş. Ankara Kalesi’nde küçük bir atölyede, birkaç el aletiyle oyma işleri yaparak başlayan bu serüven, zamanla profesyonelleşmiş. Öncesinde bir şirketin yöneticiliğini yapan Serkan Usta, masa başı işini bırakıp tamamen ahşaba yönelmiş.

İlk yıllarda Ankara Kalesi’nde küçük bir atölyede başlayan bu hikâye, zamanla Seyranbağları’na, ardından Birlik Mahallesi’ne taşınmış. Son iki yıldır ise dükkan, Ayrancı’da mahalleye kök salmış durumda. Ayrancının mahalle kültürünü hâlâ yaşatan semtlerden biri olması, burada yaşayan insanların mobilyaya olan ilgisi ve özellikle eski eşyalarla vedalaşmak istememeleri, bu tercihi değerli kılıyor. Burada yaşayan eski diplomatlar, bürokratlar ve kuşaklardır aynı eşyalarla yaşayan mahalle sakinleri sayesinde, tamir ve restorasyon işleri değer kazanıyor.

Tahtadan Tükkan’da yapılan işler modern marangozhanelerden oldukça farklı. Serkan usta, suntadan ya da MDF’den yapılmış işlerle ilgilenmiyor. Onun asıl meselesi, masif ahşap. Doğal haliyle, boyasız, kimyasalsız ahşapla çalışmayı tercih ediyor. Yüz yıllık tekniklerle, kök boya ve gomalak cila gibi geleneksel yöntemlerle, eski ustaların izinden gidiyor. Bu sayede hem malzeme hem işçilik doğal kalıyor, ahşabın kendi karakteri bozulmadan yaşatılıyor. Zira usta için ahşap, hâlâ yaşayan bir varlık. Mevsime göre çalışan, nem tutan, esneyen bu malzeme, doğayla bağını koparmamış bir ustalık alanı sunuyor.

2018’den beri ağırlıklı olarak antika mobilya restorasyonuna yönelen atölyede, mobilyalar sadece onarılmıyor; geçmişleriyle birlikte korunuyor. Bir gardırop düşünün: 1950’lerden kalma, sahibinin memuriyeti boyunca 40’a yakın yer değiştirmiş ama hâlâ sapasağlam ayakta. Böyle bir eşyayı dönüştürmek, yalnızca marangozluk değil, tarih bilinci de gerektiriyor. Serkan usta, bu tür işlerde orijinal yapıya mümkün olduğunca sadık kalmaya dikkat ediyor. Restorasyon sırasında eski ustanın tekniğine saygı gösteriliyor, bu da işin hem maddi hem manevi değerini artırıyor.

Salgınla birlikte insanların el emeğine olan ilgisi de artmış, eve kapanılan dönemde, birçok kişi kendi elleriyle bir şeyler üretmenin kıymetini fark etmiş durumda. Usta, atölyesinde çeşitli müdavimleri ağırlıyor. ODTÜ’de mimarlık okuyan bir öğrenci gelip çalışmak istiyor, bir dövme sanatçısı oyma işlerine merak salıyor, emekli bir hanımefendi tamirat deniyor. Kimi sadece zımpara yapıyor, kimi kafasını dağıtıyor. Bu atölye, ustanın deyimiyle zamanla bir terapi mekânına dönüşüyor. İçeri giren herkesin bir şekilde kendinden bir şey bulduğu, sabrı, emeği, üretmenin dinginliğini deneyimlediği bir alan oluyor.

Mahalleliyle kurulan ilişki ise işin belki de en güzel yanı. Usta, Emek Mahallesi’nde büyümüş biri olarak komşuluk kültürüne yabancı değil. Sandalyenin kırık bacağı, çıkmış gardırop kapağı gibi basit işleri çoğu zaman ücret almadan yapıyor. Çünkü bu onun için meslekten öte bir şey. Bir mahalleli, bir komşu olarak işini yapıyor. Böylece Ayrancı’da hem işini hem yerini bulan bir marangoz olarak, mahalleyle arasında sıcak bir bağ kuruyor.

Gençlere bu mesleği önerip önermediği sorulduğunda ise yanıtı net: “Türkiye’de ekonomik anlamda çok verimli olmasa da Avrupa’da el işçiliği çok kıymetli. Ama işin manevi yönü bambaşka. Sabır, emek, dikkat ve özveri isteyen marangozluk, hem bedeni hem zihni terbiye eden bir uğraş.” Usta, eski ahilik geleneğinden örnek veriyor: “Bir çocuğun marangoz olup olamayacağını anlamak için eline zımpara verirlermiş. Sekiz saat aynı yüzeyi zımparalayabilecek kadar sabırlıysa, devam ettirilirmiş.” Marangozluk böyle bir sabır ve sebat işi. Elinizin değdiği şey size ait oluyor. Usta, başladığı günden bu yana kimseye hediye almadığını, hep kendi elleriyle bir şeyler yapıp verdiğini söylüyor. Bu da bu işin getirdiği başka bir tatmin.

Ahşapla en çok bağ kurduğu malzeme ise ceviz. Ceviz, deseninin güzelliği, sağlamlığı ve çalışma keyfi açısından ustanın favorisi. “Delikanlı ağaç” diyor kendi ustası zamanında, çünkü ne kadar oyarsan o kadar karşılık veriyor. Gürgen de benzer nitelikte ve daha ekonomik. Her iki ağaç da uzun ömürlü ve sağlam malzeme olarak öne çıkıyor.

Mobilya üretiminde ahşabın doğru kullanımı da önemli. Yaş ağaçla yapılan işler kısa sürede çatlıyor, bozuluyor. Bu nedenle kesilen ağacın en az iki yıl uygun koşullarda kurutulması gerekiyor. Türkiye’de bu süreçler çoğunlukla Orman Genel Müdürlüğü denetiminde yürütülüyor. Bazı ağaç türleri endüstriyel olarak yetiştiriliyor, özellikle kavak gibi hızlı büyüyen türler inşaatlık ve mobilyalık olarak düzenli kesiliyor ve yeniden dikiliyor. Ekolojik denge de bu şekilde korunmaya çalışılıyor.

Kırkpınar Sokak’taki Tahtadan Tükkan, sadece marangozluk hizmeti sunan bir yer değil. Aynı zamanda hafızayla, emekle, sabırla ve mahalleyle kurulan derin bir ilişkinin mekânı. Bu atölye, her şeyin hızla tüketildiği bir zamanda, durmanın, üretmenin ve yaşatmanın değerini hatırlatıyor. Ahşabın yaşadığını ve yaşattığını görebileceğiniz nadir yerlerden biri. Ve iyi ki mahallemizde.


Serkan ÜNAL
Tahtadan Tükkan
Kırkpınar Sokak No: 5/A
(0532) 540 30 41
https://www.instagram.com/tahtadantukkan

Ev yemeklerinin dile geldiği yer: İclal Mutfağı

Burası sadece bir lokanta değil, yıllardır mahalle sakinlerinin ev yemekleriyle buluştuğu, güvenle kapısından içeri adım attığı bir yuva gibi. Bu özel mekânın kurucusu İclal Hanım, aslında emekli bir memur. Ancak o, emekli olduktan sonra hayalini gerçeğe dönüştürerek, sevgiyle yaptığı yemekleri mahalle halkıyla paylaşmaya karar vermiş ve bu süreçte kendi küçük mutfak ailesini de oluşturmuş. 

İclal Mutfağı (Güvenlik Caddesi)

İclal Hanım’ın mutfağı, ticari kaygılardan çok, insanlara iyi yemek sunma ve bir arada olma duygusuyla şekillenmiş. Ayrancı’ya duyduğu sevgi, yemek yapmaya olan tutkusu ve insanlara dokunma isteğiyle, yıllardır bu işi ilk günkü heyecanıyla sürdürüyor. Mahalle esnafıyla güçlü bağlar kuran, müşterilerini ailesi gibi gören, çalışanlarına bir iş kapısı açarken onları mesleğe kazandıran bu güçlü kadının hikâyesi, aslında sadece bir lokanta hikâyesi değil; Ayrancı’da emek, sevgi ve dayanışmanın en güzel örneklerinden biri.  

Bendeniz sonradan Ankaralıların tesadüf sonucu keşfettiği ve müdavimi olduğu bu şirin lokantayı sizlerle paylaşmak için İclal Hanım’ın serüvenini burada anlatmaya niyet ettim. Sağ olsun o da beni geri çevirmedi.  

Benim için ayrıca önemine gelince, bu sıcak ve samimi lokanta, yeni taşındığım bu şehirde kendimi yabancı hissettiğim anlarda adeta bir sığınak oldu. Ev yemeğinin sıcaklığıyla içimi ısıtan, en mutlu anlarımızı kutladığımız ve şehre yeni gelen herkesi koşa koşa getirdiğim, günümü güzelleştiren bir yer haline geldi.  

İclal Mutfağının sahibi İclal Aydın

Buyurun efendim, İclal Hanım’ı dinleyelim. 

Merhaba İclal Hanım, sizi biraz tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz? 

Doğduğum yer, Kayseri-Pınarbaşı, Karakuyu. Ama 8 yaşından beri Ankara’dayım. Tahsil hayatımı Ankara’da tamamladım. İlkokul, ortaokul, üniversite hepsi Ankara… Ankaralı sayılırım aslında. Üniversitede iktisat okudum, emekli memurum. Emekli olduktan 10 yıl sonra da burayı açtım. Yaklaşık 18 yıldan beri de burada çalışmaya devam ediyorum. 

Emekli olduktan 10 yıl sonra tekrar çalışmaya karar verip “İclal Mutfağı”nı açmışsınız. İşe başlama serüveniniz nasıl oldu? 

Ben emekli olduktan hep başka bir şeyler yapma hayali içindeydim. Her zaman misafir ağırlamayı çok sevdim, misafirler için yaptığım yiyecekler çok beğenilirdi. En iyi yaptığım şey nedir düşündüm: Bir tane yemek yapayım, yanına da pasta, çörek, börek yapayım diye niyetlendim. O arada çocuklar da büyümüştü, artık rahatça çalışabilirim dedim ve İclal Mutfağı’nı açmaya karar verdim. 

Tabi ben iktisat mezunu, emekli bir memurum, eğitim olarak bakınca aslında yemekle bir alakam yoktu ama yemek yapmak her zaman kişisel hevesimdi ve halen de öyle.  

Ayrancı benim aşkım  

Ayrancı’yı neden seçtiniz?  

Ayrancı Ankara’da en sevdiğim semt.  Burada genci ve yaşlısıyla yalnız yaşayan epey komşumuz var.   

Onlara ev yemeği, anne yemeği, sağlıklı yemek ulaştırayım istedim. Bu işe aslında ticaretten çok biraz sosyal sorumluluk projesi gibi baktım.  

Ticaretten hiç anlamam zaten, herhalde bu da memurluktan gelmemle alakalı. Para alırken hâlâ utanıyorum. Burayı açalı yaklaşık 18 yıl oldu, ama kasada para alırken hâlâ bunalıyorum; hiç hoşuma gitmiyor.

Tek hedefim işe yaramak, iyi bir şey yapmaktı. Bu yüzden başladım ve çok şükür, hedefime ulaştım. Hiçbir zaman hırslı biri olmadım, sadece yaptığım yemeğe odaklandım. Asıl amacım her zaman sağlıklı yemekler yapmaktı. Kâr edip etmemek benim için ikinci planda oldu.  

Peki ekibiniz İclal Hanım? Biraz ekibinizden bahseder misiniz?  

İlk açıldığımızda ekibimizde 6 kişi vardı. Şunu da eklemek gerekir, biz burayı 3 kardeş kurduk, 2 yıl sonra kardeşlerim ayrıldı, ben onlarsız devam ettim.  O zamandan beri; 18,5 yıldır mutfak ekibi hemen hemen aynı, ekibimizle aile gibiyiz. Aile müessesi demek daha doğru bizim için.  

Ekibimde kimse mesleğe profesyonel olarak başlamadı, hepsi burada yetişti. Burada çalışan personelleri de en başta seçerken evde oturanları, daha önce hiç çalışmayan kişileri seçtim.  Onlar, mutlaka çalışmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlasınlar istedim. Kadınların kendi parasını özgürce kazanıp harcaması, o duyguyu tatmaları… En büyük dilediğim oydu.  

Ben de profesyonel değildim yemek konusunda, ben de bildiklerimi öğrettim onlara. Ben de iyinin daha iyisinin peşindeydim. Arkadaşlarım da çok güzel uyum sağladılar bana ve beni geçtiler.  Benden daha iyisini yapıyorlar şimdi. Çok temiz çok güzel insanlarla çalışıyorum. 

Bir de aile fertleri de işin içinde. Eşim ve çocuklarım da kendi başka işleri de olsa onların da desteği oluyor.  Bu iş yardımlaşma olmadan olmaz.  

“Sadece ekip değil aile gibi olan, Ayrancı halkı da ailem gibi.” 

Biraz lokantadan bahsedelim; gündelik işleyiniz nasıl İclal Hanım? Neler pişiriyorsunuz? 

Günlük olarak lokantada toplam 42 çeşit ürünümüz var; iki çeşit ana yemek, zeytinyağlılar, tatlı ve kurabiye çeşitlerimiz ve salata çeşitlerimiz. Bunların hepsi günlük olarak çıkıyor ve her ürün bir tencere, birer tepsi olarak çıkıyor.  Seri üretim şeklinde yapmıyoruz. Bir ürün bitince o gün tekrar yenisi yapılmıyor. Aynı ev gibi aslında. 

Aylık menüler hazırlıyoruz, 1 ay boyunca ne yapacağımız belli oluyor.  Bir et ağırlıklı bir sebze ağırlıklı olmak üzere iki ana yemek oluyor. Çorba, pilav, et kavurma bunlar her gün oluyor.   

Peki, biraz daha Ayrancı’dan devam edelim. Ayrancı’da mahalle ile ilişkileriniz, mahalle esnafı ile ilişkileriniz nasıl? 

Mahalle esnafıyla ilişkilerim çok iyi. Zaten tüm alışverişimi esnaftan yaparım. Karşımdaki manavdan, karşımdaki marketten günlük alışverişimizi yaparız. Bakliyat gibi bazı ürünleri toptan aldığımız için büyük tedarikçilerden temin ediyoruz. Ancak özellikle sebzemizi esnaftan alırız; anında alınır ve tüketilir. Benim stoğum yoktur.

Ben de burayı keşfettiğimden beri her geldiğimde onu fark ediyorum, çoluğu çocuğuyla ailecek gelen insanları çok görüyorum. 

Bekarken gelmeye başlıyorlar, evleniyor, çocuğu doğuyor ve onunla geliyorlar.  Can var, benim ilk torunum derim, şimdi 18 yaşında. Hiç unutmuyorum, Can’ın annesi, Can’a hamileyken bizim eski küçük dükkâna geliyor. Aile fertlerinin de lokantadaki yemeği yediğini görünce güvenip temizdir diye geliyorlar.  

Ben de o gün uydurup bir lahana çorbası yapmışım, kendi kafama göre şunu koyarsam şu olur diyerek. Onu yemişlerdi. Çok beğendiler ve ondan sonra hep gelmeye başladılar ama ben o lahana çorbasını bir daha aynı lezzette yapamadım

Burada aile gibiyiz ve bu çok güzel.

Peki bu semtte yaşamak burada işletme sahibi olmak size ne hissettiriyor? 

Ayrancı, Ankara’nın simgelerinden biri; eski bürokratların oturduğu, nezih bir semt. Ayrancı’ya sonradan gelen de buraya uyumlanıyor.   

Aslında evlilik döneminde, eşim de ben de memur olduğumuz için yaşamımız hep lojmanlarda geçti. Memurken bir dönem burada Ayrancı’da lojmanda oturdum. Kendi evimize geçtikten sonra temelli burada yaşamaya başladık. Ayrancı’da aile gibiyiz ve aile olmak çok güzel.  

Ayrancı’ nın eski günlerinden güzel bir anınızı sorsam aklınıza ilk ne geliyor? 

Ayrancı’da oturduğumuz ilk yıllarda lojmanda kaldığımız zamanlar, Şimşek Sokak’ın o karlı geceleri aklıma gelir. Çam ağaçlarına karlar yığılmıştı, o milenyum döneminde müthiş bir Şimşek Sokak vardı. O eski hali çok güzeldi. Şimdi çok kalabalıklaştı. Çok özel bir sokaktı, çift yönlü, çok güzel bir sokaktı; şimdi ise oldukça kalabalıklaştı.

Peki İclal Hanım, eklemek istedikleriniz var mı?  

Burayı şimdiki aklımla 18,5 yıl önce açsaydım, hedeflerim çok daha farklı olurdu. Ben sadece işe yaramak için açmıştım ve hedefimi fazlasıyla tutturdum. Bundan sonra nasıl olur? Tabi artık 18,5 yıl bu iş için uzun bir süre. Bu süre boyunca her gün buradaydım, hâlâ da buradayım. Çok mutluyum çalıştığım için ancak bazen çok yorgun oluyorum. Artık bırakmam gerektiğini düşünüyorum bazen ama ben, insanlara verdiğim hizmette aksama olduğunda bırakırım gibi geliyor.

Gerçekten insanların yüzünde mutlu bir ifade ile buradan çıkarmak, o kadar büyük bir mutluluk ki, tüm yorgunluğunuzu unutuyorsunuz. İyi niyetle, dürüstlükle, severek yapılan her işin geri dönüşü çok güzel oluyor ve mutluluk veriyor insana.

Çalışmak çok güzel, baktığınızda ben iki emeklilik dönemi çalışmış oluyorum. İlk işe başladığınızda o 20 yıl hiç geçmeyecek gibi geliyor. Ondan sonra bir an önce emekli olmayı iple çekiyorsunuz, zannediyorsunuz ki emekli olunca yapamadığınız her şeyi yapacaksınız. Ama öyle değil hayat… 

Aslında hayat; yaşadığınız günün tadını çıkarabiliyorsanız ya da çıkarmaya çalışıyorsanız güzelleşiyor.   

Babam hep ‘Aklı olanın nasibi olur’ derdi. Allah’ım, aklı vermiş, fikir vermiş, sağlıklı bir beden vermiş. Bunu gerektiği gibi kullanmak lazım. Olumsuz şeylerden uzak durmak, onlara odaklanmamak lazım. O zaman hem yaptığınız işin getirisini görüyorsunuz hem de hazzını yaşıyorsunuz.

Güzel bir şey yaptığımı düşünüyorum, iyi ki de yapmışım diyorum. Ayrancı çok güzel bir semt, Ayrancı insanı çok güzel, burada yaşadığım için çok mutluyum ve çok da şanslıyım.

Dilerim herkes dilediği gibi, istediği gibi yaşasın.

İCLAL MUTFAĞI
İclal AYDIN
Güvenlik Caddesi No:67/D A.Ayrancı
(0312) 426 60 44
@iclalmutfagi 

Çaresiz ayaklar için mutluluk merkezi

Ayaklarınız oldukça taraklı ve büyükse fellik fellik büyük numara ayakkabı ararsınız ya da sipariş verip ustasına yaptırırsınız. “Büyük ayaklar yere sağlam basar” diyerek gönüllere su serpelim. Ülkemizde ‘Kocaayak’,  Çin’de ‘Yeti’, Avustralya’da ‘Yowi’ diye sevimli sözlerle hitap edilen büyük ayaklı kişilerin aynı zamanda büyük gönüllü olduğu söylenir.  

Zonguldak Ameli Birliği Konukevi karşısında Hoşdere Caddesi 76 numaradaki Büyük Numara Ayakkabı Merkezi sizi ustaya sipariş vermekten kurtararak, el işçiliğiyle yapılmış büyük numara ayakkabılar üretiyor. Bu mağazada erkekler için en küçük ayakkabı 45, en büyüğü ise 50 numara. Kadınlarımız için burada en küçük ayakkabı 36, en büyüğü ise 39 numara olarak bulunuyor.

Büyük Numara Ayakkabı Merkezi’nin işletme müdürü Kadir Hüner

Guinness Dünya Rekorlar kitabına giren en büyük ayaklı kişinin ayaklarının 35 cm dolayında, 56 numara ayakkabı giydiği yazılıyor..  Hoşdere Caddesi’nde 6 yıldır işletilen Büyük Numara Ayakkabı Merkezi’nin işletme müdürü Kadir Hüner iriadam.com ağından da online satış yapıyor. Ankara ve İstanbul üretim atölyelerinde özel seçilmiş ustalar durmadan büyük kadın ve erkek ayakkabısı yaptığını söylüyor. 

Büyük numara ayakkabıların seçilen derisinin dayanıklılık için daha kalın olduğunu belirten Kadir Hüner, yere sağlam basması için ortopedik  niteliklerin önemsendiğini, ücretinin de diğer normal ayakkabılarla aynı olduğunu ve toptan fiyatına sattıklarını, internet üzerinden yoğun ilgi olduğunu sözlerine ekliyor.

Mağazadaki bütün ayakkabılar öyle özenle, sanatsal estetik taşıyan bir ustalıkla üretilmiş ki, kadın ve erkek ayakkabıları ne kadar büyük olsa da hepsi de çok sevimli ve oldukça şık görünüyorlar. Ayakkabılardan hoş bir deri kokusu tüm mağazaya yayılıyor, insan birini alıp duvara süs olarak asmak istiyor. Hoşdere’deki Büyük Numara Ayakkabı Merkezi haftanın her günü 09.00-18.00, Pazar günleri ise 12.00- 19.30 arasında açık bulunuyor. Mağazanın İstanbul ve Ankara Hoşdere’de iki şubesi bulunuyor, her iki şehir atölyesinde de üretim yapılıyor,
iriadam.com adresinden iletişim kurulabiliyor.

BÜYÜK NUMARA AYAKKABI
Hoşdere Caddesi No:76 Ayrancı – Ankara
Tel: 0 544 474 23 26
www.iriadam.com

Eskilerin ve yenilerin Ayrancısında bir köşebaşı: Güz Sahaf

Ayrancı semti antikacıları, eskicileri, sahafları, ikinci el dükkanları ile birlikte eski kültürünü yaşatmaya devam eden bir semt. Özünde semt kültürünün de bir parçası olan eski, geçmişin günümüze taşınması için bir vesile. Benzer şekilde kitaplar da zamanı ve mekanı birbiriyle buluşturan nesnelerken eskilerin ve yenilerin birlikte yaşadığı Ayrancı’da eski kitap satıcıları üzerine konuşmamak olmazdı.

Eskilerin ve yenilerin Ayrancısı

Semtimizdeki bu sahaflardan biri Güz Sahaf. 1984 yılından beri Adil Han eski halindeyken Zafer Çarşısında ve sokakta stand açarak kitap satışı yapan Ali Cevat Paloğlu, 5 yıl önce semtimize geldi. Önceleri kitapçılar Ulus’ta yoğunlaşmaktaydı özellikle Kediseven Sokakta. Kentin kayışıyla birlikte 2000 sonrasında Ziya Gökalp, Konur, Karanfil Sokak kitapçıların mekanı oldu. Buralar nüfusun hareketli olduğu yerler. Dolayısıyla kitap satışının daha çok olması ve kitapçıların burada yer alması normal. Güz Sahaf ise Ayrancı’da Kuzgun Sokak ve Tomurcuk Sokak’ın kesiştiği bina da dükkanı açan Ali Cevat Bey o binanın satılması üzerine Güz Sahaf kendisiyle aynı adı taşıyan Güz Sokak’a taşındı.

Güz Sahaf’ın Ayrancı’ya taşınması hem Ali Cevat Bey’in evinin burada olması hem de Ayrancı’da eski kitap potansiyelinin yüksek olması ve okur yazar nüfusun fazla olması. Ali Cevat Bey: “Her evde bir kütüphane var. İyi kitap ve iyi plak dolu. Bizim dükkana gelip kitap satanlar da oluyor ancak ücretsiz aldığımız şeyleri satmamayı tercih ediyoruz. Önceleri bizim en iyi kitap kaynağımız kağıt toplayıcılarıydı ama şimdi kendileri satıyorlar internet üzerinden. Genellikle çeşitli sebeplerle özellikle de kentsel dönüşüm dolayısıyla evlerini kapatan, boşaltan, değiştiren insanların kitap ve plaklarını alıyoruz. Bir ev boşaltılırken antikacılarla da haberleşiyoruz ve biz kitapları alırken antikacılar da diğer eşyaları alıyor. Bu işin en heyecanlı kısmı da bir evden ne çıkacağı merakı. Yarın bir kütüphaneye gideceksem akşam uyuyamam. Hatta bu tutkumu Fenerbahçe’ye olan tutkuma benzetiyorum. Daha önceden görmediğim bilmediğim bir kitabı ilk kez görmek çok güzel. Bir kütüphaneden kişilik analizi yaparız. Yaklaşık olarak bütün özelliklerini çözeriz. Kütüphane insanın kişiliğini verir.” diyor.

Ali Cevat Paloğlu

Ayrancı sahaflar için oldukça yeterli bir semt

Gün içinde 11-19 saatleri arasında açık olan Güz Sahaf Türkçe ve yabancı dillerde 20 bine yakın kitap ve eski plak satışı yapıyor. Günde ortalama 20 kitap satılıyor olsa da ciro ve kitap satışı pek orantılı değil. Örneğin bir kitabın ilk baskısı yüksek fiyatlı oluyor ve bir günlük ciro bir kitapla sağlanmış oluyor. “Bir mahallede sahafların tutunabilmesi o mahallenin sosyo-kültürel yapısını gösterir.” diyor Ali Cevat Bey. Bu anlamda Ayrancı sahaflar için oldukça yeterli bir yer. Kentsel dönüşümün semt profilini de değiştirdiğini söyleyen Ali Cevat Bey: “genç nüfus semti tercih etmeye başlamış olsa da buranın oku profili çok değişmez. Burada kitap okuma oranı çok yüksek. Özellikle yabancı kitap satışı çok yüksek. Çoğu kişi ikinci bir dil biliyor. Elçiliklerin de burada olması bu durumun sebebi.” diyor. Güz Sahaf’ın semtte açılan Ayrancı Antika Pazarına gidip gitmediğini sorduğumuzdaysa gitmediğini çünkü kitapları oraya taşıdığında dükkanın düzeninin bozulduğunu söylüyor.

Plaklar ve kitapların kardeşliği

Güz Sahaf’ta satılan plaklar da kitaplar kadar değerli. Yeni yapılan plak ve pikaplar dijital kayıt sistemine sahip olduğu için satışı tercih edilmiyor. Yerine analog kayıt sistemine sahip eski plakları satıyorlar. Dönem plağı olan bu plakların semtte alıcısı da oldukça fazla.

Ali Cevat Bey’e sahaf olmanın ne ifade ettiğini sorduğumuzda: “Pek de önemli bir şey değil. Zaten eski kitap satıcısı ve sahaf ayrımı da önemli. Eski kitap satıcıları Osmanlıca çalışırlardı ancak yeni sahaflar kitap alışverişi yapıyor. Bizlere sahaf diyebiliriz.” diyor. Tıpkı antika ve eski eşya satıcılığı ayrımında olduğu gibi. Ayrancı semtinde eski eşyaların, ikinci ellerin, antikaların kıymeti biliniyor dolayısıyla da Ali Cevat Bey Ayrancı’da sahaflık yapmaktan çok memnun olduğunu ifade ediyor.

Ayrancı’da bir ayakkabı tamircisi: 1945’ten günümüze Remzi Kundura

15 dakikalık şehir kavramından yola çıkarsak, A. Ayrancı’da Güvenlik Caddesi’nde yürüme mesafesinde ayakkabı tamircisine, eczaneye, markete, restoran, kafeye, beyaz eşya dükkanına, resim sergisine ve daha fazlasına aynı anda ulaşabilirsiniz.  Ayrancı; esnafı ile tarih yazabilir, geçmişi ve geleceği yorumlayabilir.

Tarihi yazabilecek esnaflarımızdan biri de Ayrancı’nın 45 yıllık ayakkabı tamircisi Remzi Kundura Tamir Atölyesi…

Remzettin Çelik, 45 yıldır, Güvenlik Caddesi No: 74/C’de, 18 metrekarelik dükkanda ayakkabı tamir ediyor ve işini severek yapıyor. Eskiden ses sanatçıları, bürokratlar, albaylar, sanatçılar en iyi müşterileriymiş ama zamanla müşterileri azalmış. Remzi usta ile sohbet ettikten sonra ne kadar çok tükettiğimizi tekrar fark ettim. Günümüz koşullarına baktığımızda el emeği üreten tamir atölyelerinin gün geçtikte azaldığını görüyoruz çünkü tüketim odaklı bir yapıda ilerlediğimiz için eskiyen bir ayakkabıyı veya elbiseyi tamir etmektense yenisini almayı tercih ediyoruz. Peki, bu seçim bizi üretkenliğe mi götürüyor yoksa sadece tüketiyor muyuz? 

El işçiliği ile ayakkabı üreten Bale Kundura’nın sahibi Nurettin Cebeci ile kazanılan muhteşem deneyim…

Remzi ustanın meslek edinme süreci ilk defa 1963 Ağustos ayında Bestekar sokakta, Kazım ustanın yanında başlar. 1965-1967 tarihleri arasında Kurtuluş’ta Bale Kundura’da çalışır ve el işçiliği ile ayakkabı üretiminin her aşamasını gözlemler ve öğrenir. Yaşadığı bu deneyim Remzi usta için eşsizdir ve der ki: “Bir ustanın yanında çırak olmak, bir meslek edinmek, para kazanmayı öğrenmek çok değerlidir. Keşke çocuklarımız da küçük yaşta bir ustanın yanında çıraklık veya staj yapabilse ve üretimin nasıl bir şey olduğunu öğrense…”Bu cümlesinden sonra 20 yıl oğlu ile dükkanda nasıl çalıştığını anlatır. Yaşayarak ve özümseyerek işin tadına varmak ve verimli olmak da sanırım budur…

Dünya markalarına ayakkabı üretmeye başlayan TOGO’da iş deneyimi 

Remzi usta 1967’den sonra da TOGO’da çalışmaya başlar ve 1971-1974 yılları arasında tekrar Nurettin Cebeci ustasının yanına döner. 1977’den sonra Güvenlik caddesinde Remzi Kundura isimli dükkanını açar. 

Müşteri kavramından öte bakış açısına sahip olmak.

Benim hatamı söyleyen en iyi müşterimdir” diyor Remzi usta. Aslında mahallede esnaf olmak o kadar da kolay değildir. İş yapmak, satış yapmak için güvenilir olmak ve içten olmak gerekir. Mahallede yaşamak aslında aile olmak gibidir. Yaşamın hep birlikte geçer. Bazen çay içtiğin bir durak bazen de iş yaptığın nefes aldığın bir mekân. 

Remzi Kundura Tamir Atölyesi
Güvenlik Caddesi No: 74/C A.Ayrancı Çankaya Ankara

Editör Dükkan- Kitap&Kahve&Komedi

“Huzurlu bir yer olsun herkes için. Hiç olmadı 6 aya batarız.”

Demografik yapısının değişmesiyle birlikte farklı konsepti olan birçok mekâna ev sahipliği yapmaya başlayan Ayrancı, Kızılay ve Tunalı’ya yakınlığı dolayısıyla semt dışından da birçok insanın uğrak noktası oldu. Editör Dükkan da bu yeni mekânlardan biri. 

Editör Dükkan, 2023 yılının başında açıldı. Dükkanın sahipleri Emre Aydın ve Tolga uzun yıllardan beri arkadaş. Emre, yazarlık, senaristlik gibi birçok işin yanında “Birinci Tekil Şahıs” isimli Podcast’in de yapımcısı. Bir gece, kedisi oyuncakla oynarken benim oyuncağım yok deyip başlamış Emre Podcaste. Sonra Granma’da stand-up gösterileri yapmaya başlamış. Şimdi ise Haymatlos ve Route’da gösteriler yapıyor. Hatta 21 ve 30 Eylül tarihlerinde Haymatlos’ta sahnesi var. Kadıköy’de yaşarken internet üzerinden kitap satışı yapmak için Editör Kitap’ı kurmuş ve hala aktif. Tolga ise tasarımcı, hikâye yaratıcısı yani on parmağında on marifet. Dükkanın her yerinde emeği var. Özellikle de tatlılarda. 

“Batmadık biz”

30 Temmuz 2023’te “Batmadık Partisi” düzenlediler, biz Editör Dükkan’ı bu partiyle tanıdık. Dükkan’ı açarken “Huzurlu bir yer olsun herkes için. Hiç olmadı 6 aya batarız” demişler. 6 aya batmayınca da bu partiyi düzenlemişler. O gün dükkana 1000 kişi girmiş çıkmış. Garaj satış yapılmış, el yapımı ürünler için stant açılmış. Stantlar dükkana değil el yapımı üretim yapan birçok kişiye ait, dayanışma için stant ücretleri bile alınmamış ve bir stant hariç tüm stantlar satış yapmış. 

Editör Dükkan’ın dayanışmaya verdiği önem bununla sınırlı değil. Dükkan’ın açılışı deprem dönemine denk geliyor aslında ve depremde Dükkan’ı açmayıp dayanışma alanı haline getirmişler. Kendilerine gelen malzemeleri bizzat deprem bölgesine ulaştırmak için Hatay’a ve Kahramanmaraş’a gitmişler. Batmadık Partisi’nde ise Dükkan’da fazlaca kitap satılmış zaten Dükkan’da kitap satılmayan gün yok. Saat 16.00-22.30 arasında devam eden partide canlı müzik ve stand-up da yapılmış. 

Kahveci ve komedi kulübü

Editör Dükkan kitapçı, kahveci ve komedi kulübü olarak tanıtıyor kendini. Misafirleri buradan bahsederken editördeyim ya da dükkandayım diyor. Burada öncelikle keyif ve huzur sunmak amaçlanıyor. İnsanlar burada sosyalleşme imkânı da buluyor, başka insanlarla tanışabiliyorlar. Kahve, tatlı ve kitap satan dükkanda alışveriş yapmak zorunlu değil. İnsani tüm ihtiyaçlar (arıtmadan içme suyu, tuvalette kadın pedi vb) ücretsiz karşılanıyor. 

Alaçam Sokak’ta yer alan Editör Dükkan’ın Ayrancı’da açılmasının özel bir sebebi yok, Tolga’nın Ayrancı’da Mana diye kıyafet ve kahve satan dükkanının yerine açılmış. Ancak zamanla Ayrancı ile özel bir bağ kurmuşlar. Her yaştan insanın dükkanı ziyaret ettiğini söylüyor Emre. Özellikle Ayrancının teyze ve amcalarının ziyaretinden çok memnunlar. Sıkça sorulan sorular ise burası kafe mi, kitaplar satılık mı şeklinde. Dükkanın misafirleri devamlı gelen kişiler. Sosyal medyadan ya da çevresinden duyan kişiler dükkanı ziyaret ettikten sonra yine geliyorlar. 

Amy Winehouse’dan esinlenen özel tatlı Rehab

Dükkanda kahve ve tatlı satışı yapılıyor. Espresso bazlı tüm kahveler mevcut. Kahveleri; Emre, Tolga, Selin ve Ubeyd yapıyor. Ancak tatlıların reçeteleri Tolga’ya ait. Dükkanın özel tatlısı Rehab. Amy Winehouse şarkısından geliyor. Reçetesi tamamen özgün olan bu tatlıda mevsim meyveleri kullanılıyor. Aynı zamanda glutensiz ve rafine şekersiz browni ve tuzlu kek satışı da var. Dükkanda satılan kitapların büyük çoğunluğu ise Emre’ye ait. Diğer kitaplar ise satın alma ve bağış yoluyla ediniliyor. 

Dükkan hafta içi sabah 07.30’dan akşam 23.00’a kadar açık. Hafta sonu ise sabah 09.00’da açılıyor. Sabah işe gidenler için kahve ve atıştırmalık satışı mevcut. Emre ve Tolga herkesi Dükkan’ı görmeye, kahve içmeye, kitaplara bakmaya davet ediyor. Dükkan’ın üstünü kapattıktan sonra ise stand-up gösterilerine başlayacaklarını ve Ayrancı sakinleriyle birlikte bu gösterinin çok keyifli olacağını da duyuruyorlar.

EDİTÖR DÜKKAN Kitap&Kahve&Komedi

Alaçam Sk 17/B Ayrancı
İletişim: 0546.646 67 20
Twitter: @editordukkan

Ayrancı’nın en çeşitli ürüne ev sahipliği yapan sanat dükkanı: Mahal Dükkân 

Ayrancı’da sokak aralarında dolaşırken veya bir yerden bir yere giderken karşımıza butik, kendine özgü kafeler, el emeği üreten ve satan dükkânlar çıkar. Evden çıktığımızda soluklanacağımız bir kafe, bir arkadaşımıza veya kendimize alacağımız bir hediyeyi bu mekânlardan almak bizi daha çok mutlu eder. İşte o mekânlardan biri de Gerede Sokak 3 numarada yer alan Mahal Dükkân… Mahal’in sahibi sanat tarihçisi Hande Altuntaş ile Mahal’in macerasını konuştuk.

Hande Altuntaş

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Macera nasıl başladı?

Eskişehir’de okudum, sanat tarihçisiyim. Müzelerde ve restorasyon firmalarında çalıştım. İstanbul’da yaşıyordum ve hep bir dükkân hayalim vardı, iş aramaktansa kendi işimi yapayım istedim. Zaten bu işlerin içindeyim, öte yandan pek çok arkadaşım var bu işlerle ilgilenen güzel sanatlardan; ben de bir şeyler üretiyorum. Hepsini birleştirince güzel bir dükkân olur diye düşündüm. Evlenince Ankara’ya taşındım ve hayalim de burada gerçek oldu. 2014 Aralık’ta açıldık. 

Peki, neden Mahal?

Kelime anlamı ile yer, yöre demek… Mahalde, bu topraklarda yetişen yerel üreticilerin, bu topraklardan beslenen atölyelerin, sanatçıların işleri var. Üretici ile müşteri arasında bir köprü olmak ve kolektif bir iş çıkarmaktı amacım. Ben satış konusunda ilerlerken tasarımcılarımız ise her seferinde başka başka yaratıcılıklarını keşfedip ortaya yeni şeyler koyabilecekleri bir alana kavuştular. Böylelikle neredeyse 10 sene olacak Mahal Dükkân’ın varlığı. Ankara’nın çeşitliliği en fazla tasarım dükkânı olma yolunda ilerliyoruz.

Ayrancı’da bir ara sokaktasınız. Üstelik İstanbul’dan geldiniz. Bu sakinlik sizi zorladı mı, mesela pandemi nasıl geçti?

Burayı görür görmez işte burası dedim, Mahal’in yerini çok beğenmiştim hâlâ da çok seviyorum. Aslında ben kalabalık severim. Ayrancı’ya ilk geldiğimde kahve içecek yer bile yok denecek kadar azdı. Şu an çok daha iyi. Mahallemizi seviyorum. Güvenli alanımızda, komşularımızla mutluyuz. Pandemi döneminde çok zorlandık. Satışlarımız durma noktasına geldiği için online satışa odaklandık. Özel günlerde ve yılbaşı zamanında hareketlilik yaşadık. Aslında dükkânı yönetmek maddi-manevi boyutta kolay bir şey değil. 

Mahal’de yer vereceğiniz eserleri, ürünleri nasıl seçiyorsunuz?

Önce ürünleri kendi kriterlerime göre inceliyorum. Eserin hikâyesi nedir, nasıl ortaya çıkmış, hangi malzemeler kullanılmış, ne kadar sürede üretilmiş, hedef kitlesi kimler, eser veya ürün daha önce başka yerlerde sergilenmiş veya satılmış mı? Eseri veya ürünü farklı açılardan değerlendirmek lazım. Kendi estetik bakışım ön planda ama en nihayetinde burası bir dükkân ve herkesin beğenisi benimkiyle aynı olmayabilir. Bu on yıl beni bu konuda eğitti, ne satar ne satmaz’ı da düşünmeye çalışıyorum.

Herkes tasarladığı ürünü size getirebilir mi? Ünlülük şartınız var mı?

Değerli ve bilinen bir sanatçının eseri de dönemsel olarak dükkânımda yer alabiliyor veya güzel sanatlar mezunu olmayan ama sağlam eserler çıkaran yaratıcı kişilerin de eserleri, çalışmaları olabiliyor. Bu konuda özgünlüğe ve yaratıcılığa önem veriyorum. Yeni tasarımcılarla tanıştığım zaman onlar da benimle kendi çevrelerini paylaşıyor ve zamanla geniş bir sosyal ağ oluşuyor. Farklı sanatçı ve ürünlere yer vermeye çalışıyorum. Hem komşumu kösteklemeyim istiyorum hem görünürlüğü olmayan ya da az olanları görünür kılmaya çalışıyorum. Ünlü bir tasarımcının işinin Mahal’de olması tabii ki dükkânımıza değer katıyor ama böyle bir şartımız yok.

Şu an tezgahınızda çoğunlukla takı çeşitleri var. Takı ağırlıklı bir yer misiniz?

Aslında dönemsel olarak değişiyor. Bazen seramik çok yoğun oluyor, yaza doğru takılar daha çok talep görüyor. Yılbaşına doğru hediyelik eşyaya rağbet artıyor. Gönlümden geçen resim, kolaj gibi edisyonları çoğaltmak. Doğal taş, gümüş ve altın kaplama takıların yanında seramik, özel tasarım ayakkabı, kolaj ve resim gibi çeşitli ürünlerimiz var. Yakında birkaç yeni tasarımcı ile görüşmelerimiz olacak. Keyman Design ayakkabı tasarımı, Ağaç Sakal Atölyesi ahşap tablolar, Giku Polimer Takılar, Unity gümüş takılar, deprem bölgesinden gelen bir kadın arkadaşımızın ürettiği mozaik takılar ve daha fazlasını keşfetmek için Gerede Sokak 3/C ve online adresimize (shopier.com/MAHALDUKKAN) bekleriz.

Sizce sanat nedir veya ne sanattır?

Sanat nedir zor bir soru. Birçok sanat kuramı, sanat felsefesi var. Sanat tarihi okudum üzerine de güzel sanatlarda yüksek lisans yaptım. Okumak ya da okumamakla alakalı değil; alt kültür üst kültür diye de bakmamak lazım. Hiçbir eğitim almamış bir insanın bakarak gördüğü şey de sanat olabilir ve onun estetiği bizi yenebilir. Biz teorik olarak bakarız; ne malzeme kullanmış, hangi teknikle yapmış, ikonik çözümlemesi vs. Ama bunun sanat olup olmayacağına dair üstten bir bakışım yok. Teknik olarak bir sanat eseri olarak değerlendiremeyeceğimiz bir şeye tü kaka demeye karşıyım çünkü zaman geçer bir değer kazanır, çağdaş sanata dönüşür, bir anlamı olur ve her şey değişebilir. Kitsch denen bir şey var, bu bütün sanat kavramlarının dışında duran bir üslup, farklı bir bakış açısı. Popüler kültürü etkileyebilir. Bir şeyin çok popüler olması onu sanattan koparmaz. Ortada bir emek var. Sanat insanın kendi bakış açısıyla alakalıdır, birilerinin söylediği şeyler modası olan, satılan, bienalleri etkileyen, büyüten büyük kurumlar aslında, sizin yaptığınız resim değil. Bu yüzden sanatın tanımı ve değeri zamana göre, kişiye göre değişir diyebilirim.

Zeytuni: Ayrancının en kral kahvaltıcısı

Aşağı Ayrancının en kral kahvaltısını sunan Zeytuni’nin sahibi Veli Akar’a mahalleli “Veli Baba” diyor. Erken saatlerde Güvenlik caddesindeki dükkanını açan, akşam dokuza kadar kapısını açık tutan Zeytuni’de her saat kahvaltı bulabilirsiniz. Mekandaki bütün ürünler ege bölgesinin yöresel lezzetleri. Yolunuzu bir ara mutlaka buradan geçirip, veli baba’nın ikram ettiği çayı içmenizi öneririz.  

Aslen Manisalıyım. 1976’dan beri Ankaradayım. Ege Üniversitesi Ekonomi bölümünü bitirdim, 1976’da Sanayi Bakanlığına işe girdim. Tatillerde, bayramlarda memlekete trenle gelip giderdim. Eşimle bu seyahatlerde tanıştım. O da Manisalıydı, Gazi Eczacılıkta okuyordu. Orada tanıştık, 1983’de evlendik. 27 yıl evli kaldık. İki oğlum var, biri mimar diğeri reklamcı. Aynı yılın sonuna doğru Kızılay’da eczane açtık. Ben de 1988’de Sanayi Bakanlığından istifa edip eczanede eşimle birlikte çalışmaya başladım. 1993’de ecza deposu, 2006’da diyaliz merkezi açtık. 2009’da bakanlık paralarımızı ödemeyince 2010’da battık.

Zeytuni’nin sahibi Veli Akar

Babamın desteğiyle kahvaltıcı oldum

O zor durumda babam destek oldu. Memleketten zeytin, peynir gönderelim orada sat diye önerisi oldu. Ben dükkan için yer bakmaya başladım. Güvenlik caddesi üzerindeki bu yeri oğlumla gazete ilanından bulduk. Kuruyemişçiydi burası, beğendik ve Mayıs 2010’da devraldık. 

Ege bölgesinden yöresel ürünler getirerek burada satmaya başladık. Manisa’dan zeytin, zeytinyağı, peynir derken Çanakkale’den Ezine peyniri, Balıkesir Savaştepe’den sepet peyniri, Sivas’tan bal, Antakya’dan süt, zeytin, Ayvalık’tan zeytin, zeytinyağı getirmeye başladık. Sonra patlıcan reçeli, ceviz reçeli derken ürünlerimiz beğenilmeye başladı. 

2015 yılından beri kahvaltı vermeye başladık. Marmelatı, kızılcık reçelini, vişne reçelini kendimiz yapıyoruz. Turşu kuruyoruz, sirke yapıyoruz. Koyun ve manda yoğurdumuz var.

Kahvaltıda menemen, 20’den fazla çeşit, sınırsız çay

Sabah 7.00’de açıyoruz dükkanı, akşam 21.00’e kadar açığız. Yedi buçuktan sonra kahvaltı başlıyor. 20’den fazla çeşidin olduğu serpme köy kahvaltısı veriyoruz. Menemen, sucuklu ya da kavurmalı yumurta’dan bir tanesini seçiyorsunuz, sigara böreği ve pişi veriyoruz. Çay sınırsız, ceviz ve kahve ikramımız. Başka yerlerdeki gibi iki çaydan sonrasına para alalım diye bakmıyoruz. Kahvaltımız şu anda 140 TL. Her Çarşamba, Cumartesi Manisa-Kula’dan getirttiğimiz köy ekmeğimiz var, kızartarak kahvaltıya veriyoruz. Kahvaltıya verdiğimiz tüm yöresel ürünleri aynı zamanda markette de satıyoruz. 

Akşam kapanana kadar her saat kahvaltımız var. Kahvaltı dışında kelle paça çorbamız, mıhlama, mantı ve ev köftemiz var.

Çayımız güzeldir. 7-8 çeşit çayın karışımından harman yaptığımız çayımız var. Yıllardır aynı harmanı yapıp demliyoruz.

Müşterilerim mahalle dışından

Ayrancı’da kahvaltıyı seviyorlar, bizim kahvaltımız da meşhurdur. İnternete “Ankara, kahvaltı mekanı” yazarsanız ikinci ya da üçüncü sırada çıkarız.

Müşterilerimiz çoğunlukla gençler, üniversite öğrencileri ve Ankara’ya misafir gelenler. Gelenler çoğunlukla tavsiye üzerine geliyor veya bizi internetten buluyor. 

Benimle birlikte 3 kadın arkadaşımız çalışıyor mutfakta. Sadece hafta sonu çalışan dört öğrenci arkadaşımız var, onlarla birlikte sekiz kişi oluyoruz. İşlerimiz iyi ama giderler çok arttı, hayat çok pahalı artık.

Mahalleli de “Veli baba” der, severler beni. Ben de Ayrancıyı çok seviyorum. Kendimi küçük bir sahil kasabasında gibi görüyorum burada. 


ZEYTUNİ

EGE YÖRESEL ÜRÜNLER

Güvenlik Caddesi No:89/B
(Güvenlik Caddesi PTT karşısı)
A.Ayrancı / Ankara
(0312) 428 02 22

Ayrancı’da bir çiçekçi hikayesi

Esnafsız mahalle olmaz, vazgeçilmezlerimiz esnaf ve zanaatkarların katkılarıyla anlam bulur mahalle.Bu sayıda Adile Naşit Parkı’nın yanı başındaki minik ve şirin bir dükkana konuk olduk; içten gülüşünü ve samimi selamını bizden esirgemeyen çiçekçimiz Seyit Aksuna ile sohbet ettik. Seyit Bey, hayat hikayesini, anılarını, hayallerini ve yolunun Ayrancı’yla nasıl kesiştiğini anlatıyor:

Çiçekçimiz Seyit Aksuna

Seyit Bey, kendinizi tanıtır mısınız dostlarımıza?

Benim esas mesleğim garsonluk. Dokuz yıl Cinnah Caddesi üzerindeki Evren Türkü Bar’da garsonluk yaptım. 1976’da ben oradayken adı Evren Pub’tı, işte 13-14 yaşlarında… Eskiden Alabaş Sokağı’ydı, şimdi Willy Brand Sokağı oldu. 6 sene de bakkallık yaptık, abimle beraber. Askere gittim, geldim 1985’te ve tekrar garsonluğa döndüm. Farabi Sokak’ta Regal Restaurant vardı, 85’te. 4 sene de orada garson olarak mesleğime devam ettim. Orada sanatçılara çiçek çıkarıyordum. Bilfiil 9 yıl bir patronun yanında çalıştım. Esnaflık kazançlığım oradan gelir, müşteriye nasıl davranılacağını o öğretmiştir… Garsonluğu bırakmak zorunda kaldım. Eee… sizlere ömür, 19 yaşındaki oğlumu kaybettim, 14-15 yıl oldu. Çocuğumun kas rahatsızlığı vardı. Hem onu okula götür hem getir, garsonluk yapamadım tabii, o nedenle çiçek satmaya başladım… Biraz aşinalığım vardı. 

Bir çiçekçide çalışıp da bu işi öğrenmiş bir insan değilim, kendi kendime öğrendim çiçek işini. Sanatçılara çiçek çıkarıyordum, oradan. Önce bir yıl Karamürsel’in önünde elde sattım, Kızılay’da. Ondan sonra Çankaya’ya, Serender Pastanesi açıldığı sene 1990’da köşeye tezgah koydum. Yakında gecekonduda oturuyordum, Havuzlubağ’da. 26 sene Serender Pastanesi’nin o köşesinde açıkta mücadele verdim, sattım. 26 yıl… 26 yıl sonra burayı, Çankaya Belediyesi’nin kulübesini devraldım.

Ne zaman geldiniz Ayrancı’ya?

İşte 5. yıla girdim. 26 yıl orası 5 yıl burası, toplam 31 yıldır çiçekçilik yapıyorum. El arabasıyla başladık sonra kendi emeğimle gücümle… Hem çocuğum için yaptım demeyeyim ama görevimi yerine getirmeye çalıştım. Hem o işi yaptım hem evimi falan neyse… işte sonuç…

Havuzlu Bağ eskiden nasıldı, sonra siteler oldu?

Gecekonduda kirada oturuyordum orada.  1999’a kadar 15 sene oturdum kirada. Gecekondular vardı, Havuzlu Bağ çeşmesi vardı. Harika bir çeşmeydi, çift oluk vardı, su akıyordu. Biz yıllarca onu kullandık. İçmeye de kullandık ama çaya pek olmazdı yani, sertti biraz. Şimdi yerinde Mesa Taksi Durağı var. Su tam aradan geliyordu. Şimdi o suyu nereye bağladılar, binaların havuzuna mı bağladılar?

Serender Pastanesi’nin köşesinde sergi açtığın yıllar nasıldı, biraz anlatır mısınız?

1990’lı yılların başıydı. Kızılay’dan hazır demet alıp dolmuşla getiriyordum. O pastane de yeni açıldı, çok süper iş yapıyor… Karşıda diziyor, salça tenekelerinin içine koyuyordum böyle. İnanır mısın, 10 demet getiriyordum 5 dakikada sonra bitiyordu, bir daha dolmuşla gidip getiriyordum. Öyle bir şeydi. Hakikaten pastaneden çıkan direkt benim çiçeğe geliyordu. Dediğim gibi insanlar hakikaten, herkes mutlu, alıyordu.  Mesela Kasımpatı, kaç renk var şurada, üç renk. Misafirliğe falan almazdı, akşam eve giderken, her renkten birer demet. ‘Kaç para, şu’…yani öyleydi.

Çiçek alma alışkanlıkları mı değişti?

Şimdi de var da yani evine alan pek yok. Artık sadece özel günlerde mecburi alınıyor gibi.

Peki mahalle kültürü nasıldı o zamanlarda?

Komşularım çok iyi insanlardı. 26 sene aile olarak yaşadım, esnaflığı bırak aile olarak yaşadım onlarla. Hatta bir gün Çankaya Belediyesi bana kulübe versin diye -benim hiç haberim yok- aralarında imza toplayıp dilekçe vermişler. Ne yazmışlar biliyor musun; ‘23 yıldır sokağımızı çiçeklerle bezeyen, bize komşuluk ilişkilerini hatırlatan bu esnafımıza yardımcı olur musunuz lütfen?’ diye. Daha ötesi var mı yani? 

Serender Pastanesiyle aranız nasıldı?

Benim için bir nimetti orası. Çayımı, yemeğimi, tuvaletimi her şeyimi oradan karşılıyordum. Soğukta ısınırdım içeride. Güzel günler geçirdim. 

Nedir eskiye göre müşterinin farkı?

Parası vardı eskiden insanların, kart filan yoktu. Sene 1992’de bir demet çiçek parasına iki tüm tavuk alabiliyordum, 1 kilo kuşbaşı et alabiliyordum. Paranın değeri vardı. Ayrıca esnaf olmak ayrı bir şey, hala beni arar sorar eski müşterilerim. Aile gibiydik. Mesela eşine çiçek alan müşterimin çocuğuna çiçek hediye ederdim mutlaka. Çocukların yeri bende başkadır…

Ayrancı’nın oradan farkı var mı?

Ayrancı da çok nezih bir semt… Çoğunlukla emekliler yaşıyor ama desteklerini esirgemiyorlar benden, sağ olsunlar. Tabii eski zamanlar kalmadı artık parasal olarak. Eski yerimdeki sosyal durum da zamanla değişti. Lüks bloklar yapıldı. Onlar senle benle pek alışveriş yapmazlar. Mahalle kültürü zayıfladı. Eskiden gecekondu olan vadi şimdi blok oldu, sokakta iş çıkışı yürüyen oluk oluk insan olurdu artık arabayla geçiyor herkes. İşler çok azalınca Ayrancı’ya geldim. En azından özgürüm burada, dükkanım var, dostlarım var. 

Pandemi nasıl etkiledi sizi?

Pandemi çok etkiledi. Kesme çiçek azalsa da balkon çiçeği ve saksı, toprak satarak arayı kapatmaya çalışıyoruz. Pandemiden dolayı saat 20.00’de kapatmak zorundayım. İnternet çıktı, mertlik bozuldu… İnsanlar çiçekleri internetten sipariş veriyor ama koklamadan, görmeden. Resimde gösterilenle gelen bambaşka oluyor. Ucuz satılıyor diye tercih ediliyor ama mağdur olan çok maalesef. Sevgililer günü bu sene hafta sonuna geldi, akşam 5 gibi kapatmak zorunda kaldık ama internetten saat sınırı yok tabii. Ben tercih etmiyorum çelenk filan yapmaya, o ağır iş, yaşım gelmiş altmışa, fazlasını istersen hiçbir şey yapamazsın. Kararında olmak iyidir. Bir de müşteriyle samimi, içten ilişki kurmak gerekli. Güler yüzlü olmak, nazik olmak çok önemli. Ayrancılı dostlarım bana desteğini esirgemiyorlar, sağ olsunlar…”

Ayrancı’nın en eski “Eskici”si

Güzin Küçükşahin, ekonomist olarak çalışırken işini bırakmış ve 30 yıldır Muharrem Sönmez ile antikacılık yapıyor.

Tabelasında “Eskici” yazıyor olsa da bu dükkân aslında antikacı, genellikle antika ürünler satıyor. Güzin Hanım ve Muharrem Bey, Eskici’yi birlikte işletiyor. Kendilerine “Eskici” demelerinin ilgimizi ve takdirimizi kazandığını da söylemeden geçemeyeceğiz.

Güzin Küçükşahin, ekonomist olarak çalışırken işini bırakmış ve 30 yıldır Muharrem Sönmez ile antikacılık yapıyor. “Eskitme değil eski şeyler alıp satıyoruz” diyen Güzin Hanım Hamamönü’nde üç katlı bir konakta doğmuş. Babası da antikaya meraklı olan Güzin Hanım antikaya yabancı değil.

Muharrem Sönmez ise Sivas Divriği’de dünyaya gelmiş ve çok uzun yıllardır eskici, Ankara’nın en eski eskicilerinden. Daha önceleri Abdi İpekçi Parkı’nın içinde yer alan dükkânını, Samanpazarı’na taşımış. Dükkânı hastanelere yakın olduğu için müşterileri doktorlar olmuş ve genellikle Ayrancı’da oturuyorlarmış. Şimdiki müşterilerinin çoğu da o zamanlardan. Sonra Samanpazarı yıkılacağı için 1987 yılında Ayrancı’ya gelmiş ve o zamandan beri aynı dükkânda. Muharrem Bey’den önce Ayrancı’da Arnavut Cemal, Salih Güven, Abdullah Surgul da varmış eskicilik yapanlar arasında.

Ayrancı’nın antika merakı

Ayrancı’yı özellikle tercih etmiş Muharrem Bey. Nedenini sorduğumuzda “Ayrancı semti antikaya çok meraklı. Diğer çalıştığım yerlerde antikayı bu kadar bilen yoktu. Burada hem alıcı hem satıcı bulmak çok kolay. Aynı zamanda büyükelçiliklerin de semtimizde olması, yurtdışından gelen, piyasadan çekilmiş ürünlerin kolay bulunmasını sağlıyor. Yaşlı kesim de çok ve evlerinde genellikle antika oluyor. ‘Eskici’ sadece antika veya porselen üzerine çalışmıyor; halı, kilim, saat, mücevher de alıp satıyoruz” diyor.

İstanbul’da bir eskici olan Bilal Atış, eskicilik ve antikacılığın mükaşefe sanatı olduğunu söylüyor. Mükaşefe bir şeyi açığa çıkarmak demek. Antikacı da bilgisi, kültürü ve tecrübesiyle antikayı anlar, onun kıymetini duyurur. Muharrem Bey de böyle çalışıyor. Özellikle yaz aylarında tatile gittikleri yerlerde artık tanıyorlarmış Muharrem Bey’i, gelip danışıyorlar, antika ürün satmak istiyorlarmış. Muharrem Bey de gidip baktığı yerlerde antikayı ayırt edip hemen alıyormuş. Avşa’dan, Ayvalık’tan Ankara’ya getirdiği, “Eskici”de sattığı birçok ürün var böyle. 

Pandemi nedeniyle uzun süre dükkân kapalı kalmış olmasına rağmen satış yapabilmişler. Müşterileri genellikle Muharrem Bey’i tanıdığı için telefonla iletişim kurarak haberleşmiş ve sadece ürün satmak ya da almak için dükkânı açmışlar. Hatta yakın zamanlarda aynı şekilde tuğralı, antika bir kılıç satmışlar Zorlu’nun genel müdürüne. Ancak normalde semtte yürüyüş yaparken dükkanı görüp merak edenler de çokmuş. Özellikle dışarıdan küçük görünüyor olmasına rağmen içinin 400 m2 olması ilgi çekici. Aynı zamanda Ayrancı Antika Pazarı’nın da antika açısından önemini vurguluyorlar. Şimdilerde kendileri pazarda tezgâh açamıyor olsalar da önceleri açmışlar ve çok iyi satışlar yapmışlar.

Antikacılık yeni ve eski arasında çok derin bağlar kurabilen bir uğraş 

Eskici”de sadece antika ya da eski eşyalar yok. Resim satan en büyük mağaza aynı zamanda. Mustafa Ayaz, Turani, Hikmet Onat, Çoban Ressam, Nimettullah Gerasim gibi birçok ressamın resimleri var. Selim Güventürk, parmaklarıyla çalışan fırça kullanmayan ressam Ayrancı’da oturuyor. Farklı alanlara yönelebilmiş olmak aslında antikacılık ruhundan geliyor. Antikacılık yeni ve eski arasında çok derin bağlar kurabilen bir uğraş. Buna bir diğer örnek ise Güzin Hanım’ın antik taş evler yapıyor olması. Hatta Avşa’da yaptığı ev belediye başkanı tarafından da takdir görmüş. Antikacı ruhu bu işe de yansımış. Taş, tahta ve ferforje ile yaptığı evlerde eskicilerden bulduğu demirleri de kullanıyor. 

Muharrem Bey uzun yılların verdiği tecrübeyle birlikte bir ürünün malzemesini ve kaç yıllık olduğunu kolayca anlıyor. Bu kadar uzmanlık gerektiren bir işte bilginin aktarılması önemli. Güzin Hanım ve Muharrem Bey de antikaya ilgisi olan birini yetiştiriyor. Antikacılık için antika ile doğuştan gelen bir bağ, kültürel bir birikim lazım diyor Güzin Hanım. 

Uzun yıllardan beri semtimizde var olan bu dükkân semt kültürü açısından oldukça önemli. Özellikle antikacılık ve eskicilik, kültürün aktarılması açısından oldukça işlevsel. Güzin Hanım ve Muharrem Bey de bunun farkındalar ve Ayrancı’da oldukları için memnunlar. Biz de kendilerine teşekkür ederiz.